Quantcast
Channel: Kültür – Sanat – Bilgihanem
Viewing all 75 articles
Browse latest View live

Halit Akçatepe Kimdir? Hayatı ve En Ünlü 10 Filmi

$
0
0

79 yıllık yaşamını Türk sinemasına verdiği emeklerle donatan Halit Akçatepe 100’ü geçkin filmde rol aldı. 1942’den 2009 yılına kadar 79 sinema filminde (TV dizileri ve tiyatro oyunları dışında) izleyici karşısına çıktı. Gülen yüzlü maskesini yüzünden hiç düşürmeyerek çoğumuzda hayranlık uyandırdı.

Çocukluk döneminde yıldızı çok parlamayan ünlü aktör, gençlik ve olgunluk döneminde şöhreti yakaladı. Sevimli, sıcak ve bol esprili kişiliğiyle kendine has tarzını rol aldığı filmlere yansıttı. Hababam Sınıfı, Mavi Boncuk, Bizim Aile gibi eğlenceli filmlerde rastladık ona.

Zeki Alasya Kimdir? Hayatı ve En Ünlü 10 Filmi
Zeki Alasya Kimdir? Hayatı ve En Ünlü 10 Filmi

Sinema hayatındaki ustaları Münir Özkul ve Ertem Eğilmez oldu. Bu iki ismin yanı sıra Kemal Sunal, Adile Naşit ve vefatından önce aynı sahneyi paylaştığı babası Sıtkı Akçatepe unutulmaz rol arkadaşlarıydı. Sinemaların efsane ismi Halit Akçatepe’nin hayatını, sanat serüvenini ve en ünlü filmlerini aşağıda bulabilirsiniz.

Halit Akçatepe Kimdir?

Halit Akçatepe Kimdir?Sinemanın en tanıdık simalarından olan Halit Akçatepe 1975 yılındaki Hababam Sınıfı filmindeki Güdük Necmi tiplemesiyle Türk sinemasının unutulmazları arasına girmiştir. Sinema ve tiyatro oyuncusudur. Komedi filmlerimizin adeta olmazsa olmaz karakteridir.

1 Ocak 1938’de İstanbul, Üsküdar’da doğdu. Bazı kaynaklarda  asıl memleketi olan Ordu, Ünye’de doğduğu da geçmektedir. Sıtkı Akçatepe ve Leman Akçatepe’nin oğludur. Annesi ve babası da tıpkı kendisi gibi Türk sinemasına ve tiyatroya emek vermiş ünlü oyunculardandır.

Özellikle babası, Hababam Sınıfı film serisinde Paşa Nuri karakteriyle tanınır. Ayrıca ünlü aktörün babası Sıtkı Akçatepe, anne tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun Lale Devri Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın torunudur.

Babası Sıtkı Bey oğlu Halit’in oyuncu olmasını istemedi. Oyunculuk onun için açlık ve parasızlık demekti. Çocukken tiyatroda annesi Leman Hanım’la oynadı. Babası tiyatrocu olduğu için para kazanmazdı, annesi hep meyve yemesini istedi sağlıklı olması için. Babasının fazla parası olmadığı için annesi oğluna meyve alabilmek için oyuncu oldu.

1943’te o zamanların film yönetmenlerinden biri, babasına kendilerine bir çocuk oyuncunun lazım olduğunu iletmesiyle, babası Sıtkı Bey oğlu Halit’i oynattı. Böylelikle Akçatepe 5 yaşındayken “Dertli Pınar” adlı ilk filmini çekti.

Nasreddin Hoca Düğünde filmiyle devam eden oyunculuk serüveni, 1954 yılına kadar 16 yapımda çocuk oyuncu olarak yer almasıyla devam etti. Ne yazık ki o dönemlerde çocuk oyuncuların yıldızlaşması gündemde değildi.

İlköğrenimini Yeşilköy Pansiyonlu İlkokulu’nda tamamladı. Rengin Arda ve Meral Sayın gibi ünlü isimler de onunla aynı okuldaydı. İstanbul Şehir Tiyatroları Çocuk Bölümü’ne yedi yaşında girdi.

Daha sonra Refik Halit Karay Mektebi’nde eğitim aldı. Onun hayatının konu edildiği bazı kaynaklarda konservatuar eğitimi aldığı yazsa da kendisi bir söyleminde hiç konservatuar eğitimi almadığını dile getirmiştir.

Halit Akçatepe’nin Hayatı

Halit Akçatepe’nin HayatıTiyatroya lise dönemlerinde ilgi duymaya başladı. İlk kez Yeşilay’ın Yeşil Sahne’sinde amatör olarak sahne aldı. Saint Benoit Fransız Lisesi’nden mezun olan Akçatepe, bir yandan amatör tiyatro oyunculuğu yapıyor; diğer yandan da okumakta olduğu Edebiyat Fakültesi’ne ve sonraları başladığı Hukuk Fakültesi’ne devam ediyordu. Ancak tiyatro sevdası ağır basınca okulu yarıda bıraktı.

1959 yılında 1.5 yıl boyunca Anıtkabir’de askerliğini yaptı. 1960’da ilk kez profesyonel olarak Oda Tiyatrosu 4’te “Sel” piyesinde rol aldı. Bugüne kadar 16 ayrı tiyatronun 43 piyesinde bulundu. Aynı zamanda Dostlar Tiyatrosu’nun kadrosunda da yer aldı.

1963’te Yasak, Gün Doğarken, Semaya Baktım Seni Gördüm filmlerinde rol aldı. İlk filmlerinde sadece figürandı. Tatlı Dillim ve Sev Kardeşim adlı ünlü filmlerle 1972’de şöhretin kapılarını açtı. Bu sıralarda reklam filmlerinde de oynadı.

Yılların eskimeyen ve her seferinde izleyiciyi güldürmeyi başaran filmi Hababam Sınıfı’nda 1975’te yer aldı. Bu filmin altı serisinde de rol alan oyuncu, oradaki Güdük Necmi tiplemesiyle hafızalara kazındı. 1976 yapımlı Süt Kardeşler filmiyle Türk halkının gönüllerinde yer kaptı.

1976’da Lüküs Hayat, 1985’te Gurbetçi Şaban ve yine aynı yıl Şaban Pabucu Yarım adlı sevilen filmlerin senaryolarını yazdı. Akçatepe, yaşamı boyunca çok fazla sinema filmi, dizi ve tiyatrolarda rol aldı. Kaygısızlar isimli dizi, kendisinin rol aldığı bir dönemin sevilenleri arasındadır.

Aradan yıllar geçince Hababam Sınıfı Merhaba (2003), Hababam Sınıfı Askerde (2004) ve Hababam Sınıfı Üç Buçuk (2005) filmlerinde oynadı. 2014 yılında “Karaman’ın Koyunu” adlı filmde Ferdi Akarnur, Sinan Çalışkanoğlu ve Dost Elver ile aynı sahneyi paylaştı. Son olarak 2013’te Babam Sınıfta Kaldı dizisinde oynadı.

Evliliği

İlk evliliğini 1963’te Tülin Akçatepe ile yaptı. Bu evliliğinden Itır (1964) ve Ebru (1968) adında iki kızı oldu. 1981’de eşi Tülin Hanım’dan boşandı. Kızı Ebru, babasının izinden giderek tiyatrocu oldu.

1999’da kendisinden 39 yaş küçük olan Rezzan Akçatepe ile ikinci evliliğini yaptı. Bu evliliğinden ise 2001 yılında Günsu isimli kızları doğdu. Halit Akçatepe 2009 yılında bu evliliğine de son vermiştir.

Ölümü

Kısmi felç geçirerek hastaneye kaldırılan sanatçı, kalp ve solunum yetmezliği nedeniyle 31 Mart 2017’de 79 yaşındayken evinde rahatsızlanarak vefat etti. Cenazesi, 2 Nisan 2017’de Şakirin Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Karacaahmet Mezarlığı’nda defnedildi.

Böyle büyük bir ismin ölümü, Türk sineması için acı bir kayıp oldu. Zira hafızalarımızdaki Güdük Necmi karakteri, uzun yıllar kahkahalarımızın sebebi ve sinemanın unutulmayan çocuksu yüzü olmuştu. Kendisi için Caddebostan Kültür Merkezi’nde bir anma etkinliği gerçekleştirildi.

Halit Akçatepe’nin En Ünlü 10 Filmi

Halit Akçatepe’nin En Ünlü 10 Filmi

Hep çocuk kalan, adeta büyümeyen sanatçı yaşamı boyunca 100’den fazla filmde rol aldı. Bulunduğu her bir filmi güler yüzüyle şenlendirdi. Onu ekranlarda görmeye o kadar alıştık ki yeşilçamın her filminde gözlerimiz onu arar oldu. Unutulmaz isim Halit Akçatepe’nin en ünlü 10 filmini araştırdık.

Üç Arkadaş (İkinci versiyon)

Halit Akçatepe'nin En Ünlü 10 FilmiYönetmenliğini Memduh Ün’ün yaptığı 1958 yapımı bir filmdir. Başrollerinde Muhterem Nur ve Fikret Hakan oynamış, 1971 yılında filmin ikinci versiyonu çekilmiştir. İkinci versiyonda ise Hülya Koçyiğit, Kadir İnanır, Halit Akçatepe ve Müşfik Kenter oynamıştır.

Filmde Halit Akçatepe, Mustafa Mıstık karakterine hayat verir. Üç yoksul arkadaşın yolları kesişir. Sokaklarda satıcılık yaparak geçinmeye çalışan bu üçlü sokakta yaşayan Gül’ü evlerine alırlar. Kör olan kızı, kendilerinin çok zengin olduğu yalanıyla kandırırlar. Gül’ün gözlerini açtıracak ameliyat parasını bulmak için çabalarlar.

Sev Kardeşim

Halit Akçatepe'nin En Ünlü 10 Filmi1972 yapımı filmin yönetmeni Ertem Eğilmez’dir. Başrollerinde Hülya Koçyiğit ve Tarık Akan yer alır. Filmde fabrika işçisi Ferit ve Alev’in aşk hikayesi anlatılır. Alev, Ferit’in kalbini kazanmak için arkadaşlarıyla iddiaya girer ve kendisi ile ailesi hakkında yalanlar söyler. Bu yalanlarla Ferit’i etkilemeyi başarır. Fakat gerçek ortaya çıkınca iki tarafın aileleri de olaya dahil olur.

Feryat 

Halit Akçatepe'nin En Ünlü 10 Filmi1972 yapımı bu film Orhan Elmas’ın yönetmenliğindedir. Senaryosu ise Sadık Şendil’e aittir. Emel Sayın ve Tarık Akan başrollerdedir. Ünlü bir şarkıcı olan Feride ve Ferdi adındaki bir üniversite öğrencisinin aşkı konu edilir. Feride gerçek kimliğini Ferit’ten gizlemektedir. Ferdi’den bir bahaneyle ayrılır. Yıllar sonra Feride ünlü bir şarkıcı olur ve ikilinin yolları tekrardan kesişir.

Bizim Aile

Halit Akçatepe'nin En Ünlü 10 Filmi1 Mayıs 1975’te gösterime giren film, Ergin Orbey’in yönetmenliğindedir. Başrollerinde Münir Özkul, Adile Naşit ve Itır Esen yer almıştır. Dört çocuklu Yaşar Usta ve üç çocuklu Melek Hanım’ın ikinci evlilik yapmalarıyla aile kurma çabaları anlatılır. İlk başta çocuklara durumdan bahsedilmez. Zamanla çocuklar aynı evde yaşamakta zorluk çekerler. Fakat ailenin başına gelenler herkesi birbirine yakınlaştırır.

Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı 

Halit Akçatepe'nin En Ünlü 10 Filmi1975 yapımlı film Ocak 1976’da vizyona girmiştir. Ertem Eğilmez yönetmenliği üstlenmiştir. Çok beğeni toplayan altı serilik filmin ikincisidir. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Müzik Ödülü’nü alan filmdir.

Sahte diplomalarla Mahmut Hoca’yı kandıran grup yine sınıfı geçememiştir. Her öğrencinin yaşı ilerlemiştir fakat okulu bitirememektedirler. Aralarından Ferit isimli öğrenci baba olmuş ve bebeğini okula getirmek durumunda kalmıştır. Bebeği lisede tutmak için çeşitli maceralar atlatırlar.

Süt Kardeşler

Halit Akçatepe'nin En Ünlü 10 FilmiYapım yılı 1976’dır. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Gulyabani isimli romanından sinemaya uyarlanmıştır. Yönetmeni Ertem Eğilmez’dir. Akçatepe, filmde Emir Eri Ramazan’ı canlandırır. Şaban’la maceralarına yer verilmiştir. Şaban’ın sütannesi Melek’in Ramazan’ı sütoğlu Şaban sanmasıyla işler karışır. Bir dizi yanlış anlaşılmalar devam ederken ev halkı geceleri Gulyabani görmeye başlar.

Şabanoğlu Şaban

Halit Akçatepe'nin En Ünlü 10 FilmiFilm 1977 yapımıdır. Ertem Eğilmez’in yönetmenliğindedir. Kemal Sunal’ın hayat verdiği Şaban karakteri üzerine çekilmiştir. Filmde Akçatape, Ramazan’a hayat verir.

Zor bir askerlik geçiren Şaban, askerlikten sonra arkadaşı Ramazan ile çalgıcılık yapar. Nigar isimli bir kıza aşık olurlar. Tüm polislerin peşinde olduğu Kadırgalı Eşref’i yakalamayı başarınca Nazır Paşa tarafından gizli polis ilan edilirler. Nazır Paşa’nın konağında bir elmas çalınır. İkili çalınan elmasın peşine düşecektir.

Gülen Gözler

Halit Akçatepe'nin En Ünlü 10 FilmiYönetmeni yine Ertem Eğilmez olan film 1 Mart 1977’de gösterime girmiştir. Başrollerinde Münir Özkul, Adile Naşit, Şener Şen, Müjde Ar yer alır. Nezaket Hanım ve kocası erkek çocuk sahibi olmak isterken 4 kez art arda kız çocuk sahibi olurlar.

Evlilik hayalleri kuran dört kızın erkek arkadaşları, babalarına zenginlermiş gibi tanıtılır. Nezaket Hanım düğün masrafları için evi ipotekler. Bu sırada Fikret ve Vecihi büyük aşk yaşamaktadır. Aile masrafları ödeyebilmek için sabun üretim işine girer. Fakat bazı şeyler yolunda gitmez.

Dokunmayın Şabanıma

Halit Akçatepe'nin En Ünlü 10 FilmiOsman F. Seden’in yönetmenliğindeki bu film 1979 yılında gösterime girmiştir. Başrollerinde Kemal Sunal, Ahu Tuğba, Ercan Yazgan, Reha Yurdakul ve Halit Akçatepe yer alır.

Cüneyt Arkın Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi
Cüneyt Arkın Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Akçatepe, filmde Fedai’ye hayat verir. Evlenmemek için yer değiştiren iki arkadaşın yaşadıkları konu edilir. Çapkın olan Şaban, kadınları rahatsız ettiği için tutuklanır. Gözaltındayken eski arkadaşı Ökkeş ile karşılaşır. Ökkeş’in babası oğlunu, arkadaşının kızı Oya ile evlendirmek isteyince işler karışır.

Şendul Şaban

Halit Akçatepe'nin En Ünlü 10 Filmi1985 yapımı filmin yönetmeni Kartal Tibet’tir. Başrollerde Nevra Serezli ve Kemal Sunal bulunur. Filmde Halit Akçatepe, Ali karakterini canlandırır. Filmde çalıştığı fabrikadan maaşına zam istemesiyle işten atılan Şaban, sekreterlik yapan karısıyla sıra dışı bir evlilik yaşar. Karısının yapacağı tüm işleri işsiz kalan Şaban adeta bir ev hanımı gibi üstlenir.


Zeki Müren Kimdir? Hayatı, Şarkıları ve Filmleri

$
0
0

Müzik dünyasına bıraktığı eserlerle ölümsüzleşmeyi başaran nadir isimlerden Zeki Müren, mükemmel yorumuyla her sahnesine ayrı bir tiyatral hava kattı. 1950’lerin Türkiyesi’nde alışılmışın dışındaki tarzıyla hep çok sevildi. Yaşadığı dönemde her mekanın aranan sanatçısı oldu.

Türkiye’nin en önemli ses sanatçılarından olan Müren, görüntüsü ve yenilikleriyle de müziğimizin gökkuşağı canlılığındaki eskimeyen ismidir. Türk Sanat Müziği onun varlığıyla anlam kazanmıştır.

Müslüm Gürses Kimdir? Hayatı ve Eserleri
Müslüm Gürses Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Sanata kattığı kayda değer anlamla, halkın sevgisini kazandı. 65 yıllık ömrüne çok sayıda şarkı, film, beste ve konser sığdırdı. Doğum günü olan 6 Aralık, Türk Sanat Müziği Günü ilan edildi. Aşağıda Sanat Güneş’imizin hayatını, albümlerini ve filmlerini bulabilirsiniz.

Zeki Müren Kimdir?

Zeki Müren Kimdir?Klasik Türk müziğinin en usta isimlerinden Zeki Müren; Türk şarkıcı, besteci, söz yazarı, oyuncu ve şairdir. Sanat Güneşi ve “Paşa” isimleriyle anılır. Bir döneme damga vurmuş en iyi ses sanatçılarımızdan biridir.

Sesinin kusursuz güzelliği, naif kişiliği, güzel Türkçesi, farklı tarzı ve başarılarıyla genç nesillere tanıtılmaktadır. Sanata olan katkılarıyla birçok ödüle layık görülmüştür.

Kadife sesiyle her bir şarkıya farklı duygular katabilen doğuştan yetenekli bir isimdir. Vurgulu yorumlarıyla adeta kulakların pasını siler.

Türk müziğine olan katkıları ona 1991 yılında Devlet Sanatçısı unvanını getirmiştir. Ayrıca Türkiye’de verilmeye başlanan Altın Plak Ödülü’nün de ilk sahibidir kendisi.

Henüz çocuk yaşlarında keşfedilen eşsiz kabiliyetiyle yaşamı boyunca 300 beste yaptı ve 600’ü geçkin plak ve kaset doldurdu. Sesi kadar, tarzı ve kişiliği de seviliyordu Müren’in. Tercih ettiği sıra dışı sahne kostümleriyle dikkat çekiyor, farklı bir tarz yaratıyordu.

Saçları, giyimi ve makyajıyla oluşturduğu kadınsı görünümüyle büyük bir hayran kitlesine sahipti. Kullandığı sıra dışı kostümlerini kendisi tasarlayan Müren, sanatçı kimliğinin yanı sıra, dünyaca ünlü moda ikonlarından biri seçilmişti.

Oyunculuğuyla da tanıdığımız ünlü sanatçı aynı zamanda resim ve şiirle de ilgilendi. İşte tüm bunlar, onun için sorulan “Kimdir?” sorusuna pek çok farklı yanıt verebilmek demektir.

6 Aralık 1931’de Bursa’nın Hisar semtinde, Ortapazar Caddesi’ndeki 30 numaralı ahşap evde, Kaya ve Hayriye Müren çiftinin tek çocuğu olarak doğdu. Ailesi Bursa’ya Üsküp’ten göçtü. Bir inşaat mühendisi, aynı zamanda da kereste tüccarı olan babası evi geçindiriyordu.

Sünnetini 11 yaşındayken olan Zeki Müren, ufak tefek minyon bir çocuktu. Feminen ruhu henüz o yaşlarda baskınlaştı. Sünnetinde tırnaklarına kına yerine oje sürdürdü. Ayrıca fazlasıyla duygusaldı. Daha küçük yaşlarındayken bu duygusallığı çevresine hissettirdi.

Zeki Müren’in Hayatı

Zeki Müren’in HayatıBursa Osmangazi İlkokulu’nda (sonradan Tophane İlkokulu ve Alkıncı İlkokulu) ilköğrenimini tamamladı. Henüz o çağlarında yeteneğini fark eden öğretmenleri, onu müzikli okul müsamerelerinde başrolde oynattı. Bu müsamerelerden birinde canlandırdığı çoban rolü, onun hayatındaki ilk rol oldu.

Bursa Tahtakale’de bulunan 2. Ortaokulda orta öğrenimini tamamladı. Ardından, babasına İstanbul’a gitmek istediğini söyledi, o da kabul etti.

Büyük müzik ustalarını yakından dinlemek, onlardan dersler almak istiyordu. Bunun üzerine İstanbul’daki Boğaziçi Lisesi’ne başladı. Burayı birincilikle bitirdi.

Üniversite Yılları

Olgunluk sınavlarını iyi bir dereceyle geçerek İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne (şimdiki adıyla Mimar Sinan Üniversitesi) girdi. Yüksek Süsleme Bölümü Sabih Gözen Atölyesin’den mezun oldu. Yaptığı desen çalışmalarını o yıllardan başlayarak pek çok kez sergiledi.

Müzik Kariyeri

Sevilen sanatçı yaşamı boyunca 300 civarı şarkının bestesini yaptı. Henüz 17’sinde “Zehretme hayatı bana cananım” mısrasıyla başlayan acemkürdi, bestelediği ilk şarkı oldu.

Şimdi Uzaklardasın, Manolyam, Bir Demet Yasemen, Gözlerinin İçine Başka Hayal Girmesin ve Elbet Bir Gün Buluşacağız gibi şarkıları onunla özdeşleşmiş, en sevilen şarkılarındandır. Bu şarkıları plaklara da okumuştur.

Babası, Zeki’nin iyi bir müzik eğitimi alması gerektiğini biliyordu. Çünkü yeteneğinin farkındaydı. Bursa’da tamburi İzzet Gerçeker’den solfej ve sanat müziği usul eğitimi ile musiki bilgileri dersleri almaya başladı.

1949’da Boğaziçi Lisesi’nde öğrenciyken sinema yönetmeni ve yazar olan Arşavir Alyanak’ın babası Agopos Efendi ile diğer hocası Udi Krikor’dan ders aldı.

Böylelikle müzik eğitimini sürdüren Müren, fasıl musikisine hakim olan ve geniş bir repertuvara sahip Şerif İçli’den çeşitli eserleri meşk etti. Refik Fersan, Sadi Işılay ve Kadri Şençalar’dan ilham aldı hep. 1950’de TRT İstanbul Radyosu’nun açtığı ve 186 adayın katıldığı solist sınavında birinci olduğunda henüz üniversite öğrencisiydi.

1 Ocak 1951’de radyonun sanatçılarından Perihan Altındağ Sözeri aniden rahatsızlandı. Sahneye çıkamayınca onun yerine konser vermesi için Zeki çağrıldı. Heyecan içinde 45 dakikalık bir performans sergileyen Zeki, böylelikle ilk radyo konserini İstanbul Radyosu’nda canlı olarak yayımlanan bir programda vermiş oldu. Konser büyük beğeni topladı.

Saz ekibi Hakkı Derman, Serif İçli, Şükrü Tunar, Refik Fersan ve Necdet Gezen kendisine bu konserde eşlik etti. Hamiyet Yüceses konser sonrası stüdyoyu aradı ve Müren’e tebrikte bulundu.

O dönemlerde TRT Ankara Radyosu Anadolu’da sık dinleniyor, beğeniliyordu. Ayrıca İstanbul Radyosu ise Anadolu’dan net olarak dinlenemiyordu.

Meşhur Olması ve Sonraları

O günlerin birinde klarnet sanatçısı Şükrü Tunar Zeki’yi Yeşilköy’deki kendisine ait plak fabrikasına götürdü. Kendi eseri olan “Muhabbet Kuşu” şarkısını plağa doldurttu. O plakla birlikte Zeki Müren tüm Anadolu’da tanınır hale geldi. Bu şarkı Sanat Güneşi’nin plağa okuduğu ilk şarkıdır.

Zeki Müren, başarılı konserleri ve beğenilen plak çalışmalarından sonra Türkiye radyolarında sık sık dinlenilmeye başlandı. 15 yıl boyunca çoğu canlı yayında radyo programlarında yer aldı. Tamamen sahne ve plak çalışmalarına odaklanan  Müren, 26 Mayıs 1955’te ilk sahne konserini verdi.

Sahnede genellikle kendi tasarımı olan göz alıcı kıyafetleri tercih ediyor, tüm dikkatleri üzerine topluyordu. Ayrıca saz ekibine tek tip kıyafet giydirme ve T podyum kullanma gibi kuralları vardı. 1955 yılında ünlü şarkılarından biri olan “Manolyam” ile Türkiye’de ilk kez verilen Altın Plak Ödülü’nün sahibi oldu.

Bu ödülle adeta sanatı taçlanmıştı. Aralıksız 11 yıl boyunca Behiye Aksoy ile Maksim Gazinosu’nda dönüşümlü olarak sahneye çıktı. 1976 yılında Londra’daki Royal Albert Hall’da konser verdi. Bu mekanda sahne alan ilk Türk sanatçı Zeki Müren oldu. 1991 yılında ise Devlet Sanatçısı unvanını aldı.

Oyunculuk Kariyeri

1954 yılında Cahide Sonku ile oynadığı Beklenen Şarkı filmiyle sinema dünyasına adım attı. Film müzikal niteliğindeydi. Henüz beyaz perdede hiç görünmemişti. İzleyiciler, görünmeyenin uyandırdığı tarifsiz merakla sinema salonlarına akın etti.

Büyük başarı elde ederek gişe rekorları kıran bu filmden sonra, 18 filmde daha rol aldı. Filmlerin şarkılarını çoğunlukla kendisi besteliyordu. Ayrıca filmlerde oynayıp şarkılarını bestelemekle kalmıyor, bu filmlere bestelediği şarkılarının isimlerini veriyordu.

Berduş, Altın Kafes, Bir Yaz Yağmuru, Hayat Bazen Tatlıdır bu filmlerden birkaçıydı. Sanatçı tiyatroda da başarılıydı. 1965 yılında Arena Tiyatrosu tarafından sahnelenen Çay ve Sempati isimli oyunlarda başroldeydi.

Farklı Yetenekleri

Birçok sanatsal yeteneğe sahip olduğunu çocukluktan yetişkinliğine kadar yeri geldikçe ortaya çıkardı. Yaşamı boyunca yaptığı her işte, ayrı bir başarıya imza attı. Şarkılarını hem yazıyor hem bestelerini yapıyordu.

Çok başarılı müzik ve bestecilik kariyerinin yanı sıra oyunculukta da büyük başarılar elde eden yetenekli sanatçımız Zeki Müren, eğitimini aldığı desen tasarımında da hünerlerini sergiledi. Tasarladığı sahne kostümlerinin yanında resimle de ilgilendi.

Şiire de ilgi duyan Müren, 1965’te 100 civarı şiirinin yer aldığı Bıldırcın Yağmuru isimli şiir kitabını çıkardı. Pembe Yağmurlar, Bursa Sokağı, İkinci Sadık Dost, Çim Makası, Son Kavga, Bu Bestecikler Sana, Alınyazım, Kazancı Yokuşu ve Kendimi Arıyorum kitapta yer alan şiirlerindendir.

Kişiliği

Oldukça mütevazı bir kişiliğe sahip olan Zeki Müren, hiçbir zaman aksini düşündürecek bir harekette bulunmadı. Aldığı onca ödül, ona duyulan hayranlıklar, kazandığı saygınlık dahi ne varsa hiçbiri onu bu çizgisinden şaşırtmadı. Onu sanat hayatında bu derece kıymetli kılan da şüphesiz aynı sebepti.

Aslında sert gibi bir görünümü vardı. Fakat buna ters düşen nezaketli karakteriyle gönüllerde taht kurmuştu. Duygusal, naif, nazik kişiliği ve harika Türkçesiyle herkese örnek oldu. “Müziğin Paşası” olarak anılması tüm bunlardandı işte.

Aspendos konserinin sonrasında Antalya halkı ona bu şekilde seslenmeye başlamış, kendisi bir röportajında neden bu sözcüğe uygun görüldüğünü bilmediğini söylemişti. Fakat böyle anılmaktan son derece memnundu.

Pilot Aşkı

Vefatından önce Aziz Üstel’e verdiği bir röportajda geçmişinde üsteğmen bir pilotla aşk yaşadığını dile getirdi. Pilot sevgilisi evli ve iki çocukluydu. “Hayat Bazen Tatlıdır, Sevenler Kanatlıdır” şarkısını pilot aşkına bestelediği söylenir.

Ayrıca Sanat Güneşi Müren, Türkan Şoray’la başrolü üstlendiği 1966 yapımı “Düğün Gecesi” adlı filmde de bir uçak sahnesinde bulundu. Pilota “Durdurun uçağı, inecek var” şeklinde seslenen Müren’in, Türkan Şoray ile birlikte paraşütle atladığı sahne çok konuşuldu.

Özel Hayatı

Bambaşka bir insan olan Zeki Müren, hayatı boyunca hiç evlilik yapmadı. Onun kalıpları, sınırları, kendini aşan bir hayatı vardı çünkü. Giyim tarzı, ayakkabıları, konuşma stili, sahne şovları kısacası her şeyiyle sıra dışıydı.

O, bu yaşamı ve kendi deyimiyle canından çok sevdiği biz dinleyicilerinin ilgisini hep bunların üzerinde tuttu. Mesleğinin ilk yıllarında onun da sıradan kıyafetleri, sıradan saç stili vardı.

Sonraki yılarda bütün kabiliyetlerini yerinde ve doğru zamanda kullanmayı başardı ve istediği görünüme büründü. O, artık halkın sevgilisi olmuştu. Sıradan kıyafetlerinin yerini, daha ilgi çekici kadınsı kıyafetler aldı. Kendisine has saç modelleri ve makyajıyla ilginç görünümünü tamamlıyordu.

Genel görüşler eşcinsel olduğu yönünde olsa da Müren hiçbir zaman cinsel tercihlerinden bahsetmedi. Adı kadınlarla da anıldı bir dönemler. Büyük bir kitle ona eşcinsel gözüyle bakıyordu.

Belki de o tahmin edemeyeceğimiz kadar ütopikti. Sanat Güneşi’mizin pırıl pırıl bir Türkçesi vardı. Her zaman kuralında ve ağdalı bir Türkçe ile sevenlerine sesini duyurdu. Kurduğu cümleler anlamlıydı, yavaş ve tane tane dökülürdü ağzından sözcükler.

Hastalık Dönemi

Zeki Müren ilk kez 1980 yılında Kuşadası’ndayken kalp krizi geçirdi. İkincisinde ise Paris’teydi. Rahatsızlıkları artınca Bodrum’daki evinde istirahate çekildi. Son bir kez daha konser verecekti. 1984’te Bodrum Kalesi konserini verdi. Konserden elde edilen gelir, antik tiyatronun restorasyonuna harcandı.

Kullandığı ilaçlar onu yıpratıyordu. Kilo almaya başlamıştı. Şeker hastalığı nüksetmişti. Ama o, bu halleriyle değil, sahnedeki görkemli, parıltılı halleriyle hatırlanmak istiyordu. Evine kapanıp insanlardan ve basından uzaklaştı.

Bir öğleden sonra Bodrum’daki evinin telefonu çaldı. Arayan yardımcısıydı. Acı içinde telefonu güçlükle açan Müren’in parmakları şişmiş, güçlükle hareket ediyordu. Ahizeyi tutmak dahi ona yorucu geliyordu.

Telefondaki yardımcısı ona, TRT’nin şahsına özel bir gece düzenlemek istediğinden bahsetti. Duyduğu bu haber ona mutluluktan ziyade hüzün de vermişti. Çünkü doktorları sahneyi ve ufacık bir heyecanı dahi yasaklamıştı.

İzmir Stüdyosu’nda canlı yayın düzenlenecek ve bir de ödül verilecekti Zeki Müren’e. Hastalığının bu evresinde bu teklifi kabul etmesi çılgınlık olurdu. Yapmak, hayata geçirmek istediği çok şey vardı.

Teklifi geri çeviremezdi. TRT sanatına başlangıç kurumuydu. “Memnuniyetle efendim. Acaba birkaç ricam olabilir miydi?” diyerek kabul etti. Ajda Pekkan ve Muazzez Ersoy’un da davet edilmesini rica etti.

Ölümü

Hayatının ölmeden önceki son 6 yılında kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı sebebiyle, sahnelerden ve medyadan uzaklaştı. Bodrum’daki evinde kendi deyimiyle “kendini dinlemeye” çekildi.

24 Eylül 1996 tarihinde saat 18:00’da arkasında büyük bir basın ordusuyla TRT İzmir binasına giriş yaptı. Çok mutlu ve heyecanlıydı. Makyaj odasında her zamanki gibi görkemli bir hazırlık yaptı.

Yıllardır huy edinmişti, her kostümüne mutlaka bir isim takardı. O geceki kostümünün adı, “Son Gece” idi. Hazırlıklar tamamlandığında stüdyoda kendine ayrılan koltuğuna geçti. Sanatçı dostları Ajda Pekkan ve Muazzez Ersoy da oradaydı.

Adı ödül için anons edildiğinde hantallaşan vücudunu mesleğine duyduğu aşk ile masadan kalktı. TRT Sunucusu ve Genel Müdür Yardımcısı’nın yanına gitti. Ayakta durmakta zorlanıyordu. Ödülü TRT Ankara Radyosu’nda ilk şarkısını seslendirdiği mikrofondu.

45 yıllık geçmişin yarattığı heyecan ve hüzünle ödülünü alır almaz geri vermek zorunda kaldı. Fenalaşmıştı, seyircilerin önünde düşme korkusu paniklemesine sebep oldu. Gülümsemesini yüzünden asla eksik etmeyerek dışarı çıkarılmayı istedi.

Programa hemen ara verildi ve Müren makyaj odasına götürüldü. Düştüğü tek bir fotoğrafı dahi olmamalıydı ona göre. Makyaj odasının kapısı açıldığı an kendini yere bıraktı. O anda, hep doğduğunu söylediği TRT’de hayata gözlerini yummuştu.

Ölümü tüm sevenlerini yasa boğdu. Ona yaraşır görkemli bir törenle Bursa Emirsultan Mezarlığı’na defnedildi. Tüm Türkiye ve sanat dünyası açısından büyük bir kayıp olmuştu vefatı.

Sanat Güneşi’nin ölümünün ardından son zamanlarını geçirdiği Bodrum’daki evi Kültür Bakanlığı ile yapılan protokol sonucunda Zeki Müren Sanat Müzesi’ne dönüştürüldü. Müze, 8 Haziran 2000 tarihinde ziyarete açıldı.

Vasiyeti

Zeki Müren, tüm mal varlığını Türk Eğitim Vakfı ve Mehmetçik Vakfı’na bağışladı. TEV ile Mehmetçik Vakfı, 2002’de Bursa’da Zeki Müren Güzel Sanatlar Anadolu Lisesi’ni yaptırdı.

TEV Bursa Şube Başkanı Mehmet Çalışkan 24 Eylül 2016’da yaptığı bir açıklamada Zeki Müren Burs Fonu’ndan vakfın 20 yılda 2631 öğrencinin yararlandığını söyledi. Bu yönüyle Müren, naif ve yardımsever kişiliğini de ortaya koydu.

Zeki Müren’in Albümleri ve Şarkı Listesi

Zeki Müren’in Albümleri ve Şarkı ListesiBu derece muazzam bir yeteneğin şarkılarından en az birkaç tanesini bilmeyen herhalde yoktur. Defalarca dinlenilse de her seferinde duygularımıza tercüman olan çok kıymetli şarkılarını ardında bırakan Zeki Müren’in 33 albümünden 10 tanesini inceledik, bu albümlerde yer alan şarkılarını şu şekilde listeledik:

Kahır Mektubu

Zeki Müren’in Albümleri ve Şarkı ListesiZeki Müren’in yedi şarkıdan oluşan bu albümü 1980 yılında çıkmıştır. Albümde yer alan Kahır Mektubu isimli 29 dakikalık şarkısı, albüme ismi vermiştir. Bu şarkısının notalarında ve düzenlenmesinde hafif arabesk müzijk etkisi hissedilir.

Eskimeyen Dost

Zeki Müren’in Albümleri ve Şarkı Listesi10 şarkının yer aldığı bu albüm, 1982 yılında çıkmıştır. Bu albüm çıkarıldığı yıl, yurt dışında Long Play olarak piyasaya sürülmüştür. Kaset olarak çıkarıldığı dönemlerde plak formatında yayınlanmış bir albümüdür.

Hayat Öpücüğü

Zeki Müren’in Albümleri ve Şarkı Listesi15 Haziran 1984 çıkış tarihli albüm, toplamda 8 şarkıdan meydana gelir. Alaturka bir albümdür. Sanatçının her şarkısı gibi bu albümdeki şarkıları da ustalıkla yorumlanıp dinleyiciyi farklı dünyalara götürmektedir.

Aşk Kurbanı

Zeki Müren’in Albümleri ve Şarkı Listesi1986 yılında piyasaya sürülmüştür. Albümde 6 şarkı yer alır. Lider Müzik Üretim albümün yapımcı şirketliğini üstlenmiştir. Zeki Müren’in popüler şarkılarından bazıları bu albümle dinleyiciyle buluşmuştur.

Ayrıldık İşte

Zeki Müren’in Albümleri ve Şarkı ListesiSanatçının 1989 çıkış tarihli albümüdür. 12 şarkıdan oluşur. Duygusal şarkılar ve ayrılık teması Zeki Müren’in eşsiz yorumuyla dinleyicide derin etki bırakır.

Zirvedeki Şarkılar

Zeki Müren’in Albümleri ve Şarkı Listesi22 Kasım 1989 çıkış tarihli bu eser, stüdyo albümüdür. 10 şarkı yer alır. Türk Sanat Müziği’nin batmayan güneşi Müren’in seslendirdiği bu albüm, tamamen analog kayıtlardan, orijinal stüdyo makaraları kullanılarak müzik severlerle buluşturulmuştur.

Anılarım

Zeki Müren’in Albümleri ve Şarkı Listesi29 mayıs 1990 çıkış tarihli bu albüm, 12 şarkıdan oluşmuştur. Onun her şarkısı gibi bu albümdeki şarkıları da dinleyicide hayranlık uyandırmayı başarmıştır.

Sükse

Zeki Müren’in Albümleri ve Şarkı Listesi18 Ekim 2002 çıkış tarihli Sükse albümü sanatçının ölümünden 6 yıl sonra çıkarılmıştır. Onun en sevilen şarkılarının bir araya getirildiği albüm 12 şarkıdan meydana gelir. Bu albümüyle, onun ölümünden sonra da büyük bir hayran kitlesine sahip olduğu görülmektedir.

Nazar Boncuğu

Zeki Müren’in Albümleri ve Şarkı Listesi18 Ekim 2002 çıkış tarihli bu albümü 12 şarkıdan meydana gelir. Müren’in 1977 tarihli albümü yeniden plak formatında kasete sunulmuştur. Orijinal kayıtları ve orijinal kapağı ile yayınlanmıştır.

Batmayan Güneş

Zeki Müren’in Albümleri ve Şarkı ListesiOnun anısına 2006 yılında çıkış yapan bu albüm, Zeki Müren’in ölümünden sonra yayınlanmıştır. Yaşadığı dönemlerde seslendirdiği bazı şarkıların bir araya getirilmesinden oluşur. Özellikle Gözlerin Doğuyor Gecelerime isimli şarkısı çok ünlüdür.

Zeki Müren’in Filmleri

Zeki Müren’in FilmleriMüziğe duyduğu aşktan aldığı güçle kameralar önünde daha da parlayan Zeki Müren, bir dönem sinema oyunculuğuna da adını altın harflerle yazdırdı. Toplam 18 filmde rol aldı. İşte bunlardan birkaçı:

Kırık Plak

Zeki Müren’in FilmleriYapımcılığı  ve yönetmenliği Osman F. Seden’in üstlendiği film, 1959 yılına aittir. Zeki Müren, film müziğini bestelemiş, aynı zamanda kendi adı soyadıyla filmde rol almıştır.

Bir cinayetin üzerine atılmasıyla ortadan kaybolan Zeki’nin hikayesi anlatılır. Bir kaza sonucu öldüğü sanılan Zeki, ücra bir yerde sefalet dolu bir yaşam sürmektedir. Polisle işbirliği yaparak gerçek katili yakalatır.

Hep O Şarkı

Zeki Müren’in FilmleriBaşrollerinde Zeki Müren ve Belgin Doruk’un yer aldığı film, 13 Kasım 1965 tarihinde gösterime girmiştir. Atıf Yılmaz filmin yönetmenliğini yapar.

Filmde sosyetik bir modacı ve köylü bir gencin aşkı anlatılır. Zeki Müren yine filmin müziğini bestelemiştir.

Düğün Gecesi

Zeki Müren’in FilmleriSenaryo, yapım ve yönetmenliği Osman F. Seden üstlenmiştir. Film 1966 yapım yıllı olup başrollerde Zeki Müren, Türkan Şoray, Ajda Pekkan ve Feridun Karakaya oynamıştır.

Zeki’nin babasının zoruyla köylü kızı Zeynep’le evlenmesi anlatılır. Fakat düğünden sonra kız, istenmediğini anlar ve Amerika’ya kaçar.

Fikret Kızılok Kimdir? Hayatı ve Eserleri
Fikret Kızılok Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Orada büyük değişim geçirir. Zeki’nin çalıştığı gazinoya gelir ve orayı satın alır. Zeki’nin yeni sevgilisi Tülin ile kıyasıya bir rekabete girer.

Hindistan Cevizi

Zeki Müren’in FilmleriOsman F. Seden’in yönetimindeki film, 1967 yapımıdır. Zeki Müren ve Filiz Akın başrollerdedir. Zeki ve Osman’ın gemilerde çalışarak aşk mağduru iki kafadar olarak yaşadıkları anlatılır. Zamanla Filiz Akın’ın hayat verdiği yabancı kadına ilgi duymaya başlar ve adını Hindistan cevizi koyar.

Kalbimin Sahibi

Zeki Müren’in FilmleriSefa Önal’ın yönetmenliğindeki film 1969 yapımıdır. Filmde Zeki Müren’i kullanarak tarihi eser kaçakçılığı yapmak isteyen bir çetenin hikayesi anlatılır. Çetenin üyelerinden biri, Zeki Müren’le yakınlaşır. Bilmeden eserin kaçırılmasına yardım eden Zeki’ye Meryemce isimli bir kız aşık olur.

Kadir İnanır Kimdir? Hayatı ve Filmleri

$
0
0

Canlandırdığı kabadayı rollerle tipik bir Türk erkeğini betimlememizi sağlayan Kadir İnanır, Türk sinemasına emek vermiş başarılı bir oyuncudur. Hem kullandığı replikler hem de sert tavırları ona farklı bir tarz katıp, özel kılmıştır.

Özellikle canlandırdığı “Deli Kadir” karakteri hafızalarda iz bırakmış, uzun süre gündemde kalmıştır. Yeşilçam dünyasına kendi çizgisini getiren oyuncu, komedi filmlerinde fazla rol almamıştır.

Hale Soygazi Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi
Hale Soygazi Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Selvi Boylum Al Yazmalım adlı duygusal filminde bile duygularını çok belli etmeyen babacan roller yakıştırılmıştır hep kendisine. Türkan Şoray ile Yeşilçam’ın efsanevi ikilisi olarak anılmıştır. Aşağıda Kadir İnanır’ın hayatını ve sinema dünyasına yaptığı katkıları okuyacaksınız.

Kadir İnanır Kimdir?

Kadir İnanır Kimdir?Hayatı boyunca 182 sinema filminde ve 7 televizyon dizisinde rol almış başarılı bir Türk sinema oyuncusu ve yönetmendir Kadir İnanır. Reklam filmlerinde de rol almıştır. Sinema dünyasına yaptığı katkılar ona başarının kapılarını açmış, birçok ödülün sahibi olmuştur.

Özellikle Selvi Boylum Al Yazmalım’daki rolüyle hafızalarımıza yer etmiş, Yılanların Öcü, Tatar Ramazan, Bodrum Hakimi gibi filmler onunla özdeşleşmiştir. Kendisi gibi sinema sanatçısı olan Türkan Şoray’la birlikte çok kez rol almıştır.

15 Nisan 1949’da (Bu, nüfus cüzdanında yer alan tarihtir. 1949 yılının Ağustos ayı asıl doğduğu ay sanılmaktadır.) Ordu’nun Fatsa ilçesinde doğdu. Aslen Trabzon Sürmenelidir.

Çok çocuklu ve kalabalık bir ailenin son üyesi, 14 kardeşinin en küçüğüdür. Babası Mehmet İnanır, annesi Rukiye İnanır’dır. Şarkıcı Soner Arıca yeğenidir.

Kadir İnanır’ın Hayatı

Kadir İnanır’ın HayatıOyunculuk yeteneği küçük yaşlardan fark edilen Kadir İnanır, bunu Fatsa’da okuduğu ilkokul ve ortaokulda çeşitli gösterilerde sergiledi. Lise eğitimini tamamladığı İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nden sonra üniversiteye gidemedi.

Üniversite okuyamamak içinde bir ukte kalmış olmalı ki yıllar sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Bölümü’nü bitirdi. 1967’de Ses Dergisi tarafından düzenlenen Sinema Artisti Yarışması’nda finale kaldı.

1968’de Saklambaç gazetesinin düzenlediği Fotoroman Artisti Yarışması’nda birincilik elde etti. Ardından çeşitli foto-romanlarda yer aldı.

Ve nihayet sinema dünyasına adımını attı. “Son Yedi Adım Sonra” oynadığı ilk film oldu. Burada küçük bir rolü vardı.

Bundan kısa süre sonra başrollerde yer aldı. 1970 yapımı “Kara Gözlüm” adlı film onun Türkan Şoray’la oynadığı ve başrolde bulunduğu ilk filmdi. Zamanla daha nitelikli filmlerde bulundu. “Marziye” adlı yapım onun en uzun soluklu dizisiydi.

Aldığı Ödüller

Adana Altın Koza Film Şenliği’nde, 1973 yapımı Utanç adlı filmi ona En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandırdı. Bu filmde Filiz Akın’la başrolü paylaşan İnanır, bu kadarıyla yetinmedi.

Ardından 1985 yapımı Yılanların Öcü adlı ünlü filmiyle 23. Antalya Film Şenliği’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nün sahibi oldu. 1990 yılında ise Med Cezir manzaraları isimli filmle 3. Ankara Film Şenliği’nde de yine En İyi Erkek Oyuncu seçilerek ödül aldı.

İnanır, ayrıca 1991 yapımı Ah Gardaşım ve 1992 yapımı Savcı filmlerinin de yönetmenliğini yaptı. Bedel isimli filmin ise senaryosunu yazdı. Sinemada uzun dönem parlayan bir yıldız oldu.

Genellikle onurlu, özverili ve güçlü erkek tiplerine hayat verdi. 1995-1996 yıllarında ise Kanal D’de yayınlanan Böyle Gitmez adlı haber programının sunuculuğunu yaparak bu alandaki başarısını da kanıtladı.

2000’li Yıllar ve Sonrası

Türk sinemasının yakın dönemi sayılan 2000 yapımı Komser Şekspir adlı Sinan Çetin filminde rol alan ünlü yıldız, 2003 yılında 24 yıl aradan sonra yeniden Türkan Şoray’la kamera karşısına geçti. Birbirini tamamlayan ikili, Gönderilmemiş Mektuplar isimli bu filmle de çok konuşuldu.

Ünlü oyuncu son olarak Memduh Ün ve Tunç Başaran yönetimindeki “Sinema Bir Mucizedir” adlı 2005 yapımı bir filmde rol aldı. Burada Fatma Girik ile başrolleri paylaştı.

Hakkında Çıkan Tutuklama Kararı

2000 yılında Derman Bey isimli dizinin çekimleri sırasında rol arkadaşı Buket Saygı’ya gönderdiği mesajlar nedeniyle hakkında dava açıldı. İnanır’ın rol arkadaşını taciz ettiği ve buna yönelik mesajlar attığı öne sürülüyordu.

Mesajları motivasyon amaçlı yolladığını açıklayan ünlü oyuncu buna rağmen 2003 yılında sonuçlanan davada “sarkıntılık ve hakaret” suçundan 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Daha sonra iyi hal indirimiyle bu ceza 456 milyon 300 bin lira para cezasına çevrilerek ertelendi.

Özel Yaşamı

Sosyoloji, ekonomi ve siyasete ilgi duyan İnanır, hayatı boyunca hiç evlenmedi. Hiç çocuk sahibi olamayan İnanır, modacı Canan Yaka ile uzun bir birliktelik yaşadı. O ilişkisinin ardından, 2004’ten beri tiyatrocu Jülide Kural ile birliktedir.

İnanır’ın bir de kurbağa (göden) koleksiyonu vardır. 2010 yılında Hüseyin Karabey tarafından Kadir İnanır’ın 41 yıllık sanat yaşamını konu alan bir belgesel yapıldı. Sanatçı, 2011’de Petrol Ofisi reklamlarında rol aldı. 2012’de ise Ofçay reklamında rastladık ona.

2012 yılının Şubat ayında bel fıtığı ameliyatı geçirdi. Daha sonra akciğerlerinde bir tümör olduğunu öğrendi ve bir ameliyat daha oldu. 3 Nisan 2013’te ise Ak Parti Hükümeti tarafından kurulan 63 kişilik Akil Adamlar listesine Akdeniz Bölgesi’nden girdi. Rol aldığı filmler hala büyük bir beğeni ve ilgiyle izlenmektedir.

Usta oyuncu, 11 Şubat 2018’de akşam saatlerinde rahatsızlanarak yakınları tarafından İstanbul Beşiktaş’taki özel bir hastaneye kaldırıldı. Beyninde pıhtı artması nedeniyle acil ameliyata alındı ve bir süre yoğun bakımda tutuldu.

Son dönemlerde siyasi söylemleri ve ifadeleri ile sık sık gündeme gelen bir isimdir. Olumlu-olumsuz birçok eleştirinin hedefi olmuştur.

Kadir İnanır’ın En Ünlü 10 Filmi

Kadir İnanır’ın En Ünlü 10 FilmiHayatı boyunca 182 sinema filminde boy gösteren Kadir İnanır’ın ne yazık ki tüm filmlerini burada tanıtmamız mümkün olmadı. Yeşilçam’ın ve Türk sinemasının en iyi erkek oyuncularından olan Kadir İnanır’ın rol aldığı en ünlü 10 filmini kronolojik sırayla inceledik:

Dönüş

Kadir İnanır’ın En Ünlü 10 Filmi1972’de çekilen bu filmin yönetmeni Türkan Şoray’dır. Romantik ve dramatik bir filmdir. Başrollerinde yine Türkan Şoray (Gülcan) ve Kadir İnanır (İbrahim) bulunur.

Filmde toprak ağası tarafından hayatı mahvedilen Gülcan’ın yaşadığı zorlu hayat anlatılır. Toprak ağası Reşit’in evlilik teklifini reddedip İbrahim’le evlenir. Fakat Reşit peşini bırakmayacaktır. Çiftin hayatını türlü oyunlarla zor duruma sokar.

Baldız

Kadir İnanır’ın En Ünlü 10 Filmi1975 yapımlı bu filmin yönetmeni Temel Gürsu’dur.  Başrollerde Müjde Ar (Naciye) ve Kadir İnanır (Hasan) oynar. Filmde Hasan, babası tarafından istemediği biriyle evlendirilmeye zorlanır.

Kendisine bulunan kızı, kızın kız kardeşiyle karıştırınca evlenmeyi kabul eden Hasan baldızı ile yakınlaşır. Gidilen bir piknikte işler karışacaktır.

Selvi Boylum Al Yazmalım

Kadir İnanır’ın En Ünlü 10 FilmiKadir İnanır’ın en ünlü filmlerinden biri olan ve kendisiyle özdeşleşmiş bu film, Atıf Yılmaz tarafından yönetilir ve 1977 yapımıdır. 11 Kasım 1978’de gösterime girmiştir. Kadir İnanır ve Türkan Şoray başroldedir.

Türk sinemasının baş yapıtlarından sayılan film, Cengiz Aytmatov’un 1970’de yayımlanan aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmıştır.

Köylü kızı Asya ile kamyon şoförlüğü yapan İlyas’ın aşkı anlatılır. Yıllar sonra İlyas, Asya’yı terk etmek zorunda kalır. Yalnız kalan Asya’ya Cemşit adında bir adam sahip çıkar. Yıllar sonra İlyas çıkageldiğinde Asya zor bir tercih yapmak zorunda kalır.

Bir Yudum Sevgi

Kadir İnanır’ın En Ünlü 10 Filmi1984 yapımlı bu filmin yönetmenliğini Atıf Yılmaz üstlenmiştir. Hale Soygazi (Aygül) ve Kadir İnanır (Cemal) başrollerdedir.

Filmde dört çocuğunu kendi çabalarıyla büyütmeye çalışan Aygül’ün mutsuz hayatı konu edilir. Bir fabrikada işe başlayınca kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadın haline gelir. Bu arada o işi bulmasına yardımcı olan adamla aralarında bir ilişki başlar.

Ölüm Yolu

Kadir İnanır’ın En Ünlü 10 Filmi1985 yapımlı bu film Halit Refiğ’in yönetmenliğindedir. Başrollerde Hülya Avşar (Zeynep) ve Kadir İnanır (Mehmet) bulunur.

Ceza evinde mahkum olan bir arkadaş grubunun yolda kaza geçirip kaçmalarıyla başlar her şey. Zeynep’i nişanlısını öldürerek rehin alırlar. Peşlerine düşen polisi de öldürerek bir dağ evine saklanırlar.

Peşi sıra gelişen birtakım olaylardan sonra Zeynep ve Mehmet birbirine aşık olur. Film acı bir sonla bitecektir.

Yılanların Öcü

Kadir İnanır’ın En Ünlü 10 Filmi1985 yapımı bu film, Şerif Gören’in yönetmenliğindedir. Fakir Baykurt’un aynı adlı eserinden uyarlanmıştır. Filmin ilk versiyonu başka bir yönetmene ait, 1962 yapımlı ve renksizdir. Uşak’ın Çınarcık köyünde çekilmiştir.

İki ailenin bir inşaat sebebiyle ters düşmesi anlatılır. Hatta ilerleyen zamanlarda iki ailenin üyeleri bu ev yüzünden farklı dramlara konu olacaktır.

Yarın Ağlayacağım

Kadir İnanır’ın En Ünlü 10 FilmiHalit Refiğ’in yönetmenliğindeki bu film 1986 yapımıdır. Yaprak Özdemiroğlu, Kadir İnanır ve Eşref Kolçak başrollerdedir. Filmde aynı dava üzerinde çalışan bir savcı ve bir gazetecinin aşkı anlatılır.

Yedi Uyuyanlar

Kadir İnanır’ın En Ünlü 10 Filmi1988 yapımı bu film, Zafer Par’ın yönetmenliğindedir. Başrollerde Şahika Tekand (Lale) ve Kadir İnanır (Çetin) oynar. Bir tatil yöresindeki banka hesaplarını teftişe gelen banka müfettişi ve otel sahibi kadının hikayesi anlatılır.

Med Cezir Manzaraları

Kadir İnanır’ın En Ünlü 10 Filmi1989 yapımı bu filmin yönetmenliğini Mahinur Ergun üstlenmiştir. Başrollerde Zuhal Olcay (Zeynep) ve Kadir İnanır (Erol) oynar.

Zeynep’in Amerika’daki üniversite eğitimi bitmiş, yurda dönmüştür. Evlenip güzel bir yuva kurmayı istemektedir. Tesadüfen tanıştığı banka yöneticisiyle arkadaşlıkları bir süre sonra aşka dönüşür. Fakat karakterleri çok zıttır.

Acılar Paylaşılmaz

Kadir İnanır’ın En Ünlü 10 Filmi1989 yapımı bu film 19 Ocak 1990’da gösterime girmiştir. Eser Zorlu’nun yönetmenliğindedir. Filmde eşcinsel bir gencin ve babasının yaşadıkları konu anlatılır. Senaryo Yasemen Zorlu tarafından yazılmış ve Sedat Karadeniz tarafından kurgulanmıştır.

Gülşen Bubikoğlu Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi
Gülşen Bubikoğlu Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Sanatçı, çok sayıda sinema filminin yanı sıra birçok televizyon dizisinde de rol almıştır. Kadir İnanır’ın oynadığı diziler şunlardır:

  • Savcı (1992)
  • Marziye (1998)
  • Derman Bey (2000)
  • Kumsaldaki İzler (2002)
  • Kırık Ayna (2002)
  • Bütün Çocuklarım (2004)
  • Azap Yolu (2006)
  • Kuzey Rüzgarı (2007)
  • Kardelen (2008)
  • İpsiz recep (2008)

Cem Karaca Kimdir? Hayatı, Albümleri ve Şarkıları

$
0
0

Cem Karaca; Barış Manço, Erkin Koray ve Fikret Kızılok ile birlikte Anadolu Rock müziğinin dört öncüsünden biridir. Türk müziğinin en özgün müziği ve stili olmayı başarmıştır. Uzun saçları ve güneş gözlüklü haliyle hafızalarımıza kazınmıştır.

Siyasi görüşlerinden dolayı bazı kesimler tarafından hoş karşılanmasa ve şarkıları bir dönem yasaklansa da onun küçüklükten gelen müzik sevdasına hiçbir durum engel olamadı. Düşüncelerinden ve sanat yaşamından hiç taviz vermedi.

Fazıl Say Kimdir? Hayatı ve En Ünlü Besteleri
Fazıl Say Kimdir? Hayatı ve En Ünlü Besteleri

Sadece müziğe değil, sanatın birçok ayrı dalına yön verdi. 59 yıllık yaşamının neredeyse tamamını sanatla geçirdi. Eserleriyle Türk müziğinin en büyük üstadlarından biri oldu. Büyük bir hayran kitlesi kazandı. Aşağıda bu değerli sanatçımızın yaşam öyküsünü ve bazı albümlerini bulacaksınız.

Cem Karaca Kimdir?

Cem Karaca Kimdir?Asıl adı Muhtar Cem Karaca ya da bilinen adıyla Cem Karaca, Türk Rock müziği sanatçısıdır. Sadece müzik sanatçısı değil, aynı zamanda besteci, tiyatrocu ve sinema oyuncusudur.

Pek çok rock grubuyla çalışan ve grubun kurucu ve yöneticiliğini yapan sanatçı, Anadolu rock türünün kurucuları arasındadır. Türkiye’deki güçlü rock müziğini yaratan öncülerden olmayı başarmıştır. Müziğin yanı sıra, tiyatro ve sinema alanında da kendini göstermiştir.

Okul yıllarında Rock müziğine ilgi duymasıyla başlayan müzik serüveni, onu bugün tüm Türkiye’de tanınan bir isim yaptı. Öğrencilik döneminde arkadaşlarıyla bir müzik grubu kurdu. Yaşamı boyunca ise Apaşlar, Kardaşlar, Moğollar ve Dervişan gibi önemli müzik gruplarının içinde yer aldı.

5 Nisan 1945’te İstanbul, Bakırköy’de doğdu. Babası Azeri asıllı Mehmet Karaca, annesi ise Ermeni olan Toto Karaca (İrma Felegyan) idi. Sanatçı bir çiftin oğlu olan Cem, sanatla dolu bir çocukluk geçirdi.

Cem Karaca’nın Hayatı

Cem Karaca’nın HayatıAnnesi opera ve tiyatro, babası ise tiyatro sanatçısı olan Cem’in hayatına sanat erkenden dahil olmuştu. Annesi Toto Hanım’ın İran asıllı olması sebebiyle çift ilk evliliklerini orada yaptı.

Türk usulüne göre evliliği ise Cem Karaca’nın doğumundan sonra Türkiye’de gerçekleştirdiler. Ailesiyle birlikte doğum yeri Bakırköy’de yaşayan Cem’in çocukluğu 6-7 Eylül (İstanbul Pogromu) olaylarına şahit oldu.

O zamanlar 10 yaşlarında olan Cem’in ailesinin evinin yağmalanma durumu vardı. Fakat emekli albay komşuları Emrullah Sümer, bu duruma engel olarak ailenin evini kurtardı.

Gençlik Dönemi

Robert Lisesi’nde orta öğrenimini tamamlayan Cem Karaca müziğe doğuştan yetenekliydi. Annesinin teyzesi Rosa Felegyan ona çocukluğunda piyano notaları ile nağmelerini öğretti. Böylelikle geleceğin en ünlü Rock yıldızı müzikle tanıştı.

Karaca’nın sesi ise annesi Toto Karaca tarafından keşfedildi. Okulda hoşlandığı kızları etkilemek için ve arkadaşlarının isteği üzerine dönemin Rock sanatçılarının şarkılarını seslendirdi.

1962 yılında Beyoğlu Spor Kulübü’nde arkadaşlarının ısrarı üzerine şarkı söyledi. Sözünü ettiğimiz Dinamikler adlı müzik grubunun kurulma kararı bu esnada alındı.

Cem, kariyerine müzik yaparak devam edeceğine o dönemlerde karar verdi. Bu konulardaki en büyük destekçisi sesindeki yeteneği fark eden annesiydi. Fakat babası buna şiddetle karşı çıkıyor, oğlunun hariciyeci olmasını istiyordu.

Grup Elvis Presley gibi dönemin yıldızlarının şarkılarını yorumluyordu. 1963 yılının sonunda grup dağıldı. Kısa bir zaman “Cem Karaca ve Bekledikleriniz” adlı bir grupta bulundu.

Bu gruptan kısa bir süre sonra ise Gökçen Kaynatan’ın orkestrasında yer aldı. Bu birlik de kısa sürdü. Ardından “Cem Karaca ve Jaguarlar” isimli başka bir grup kuruldu.

Okul yıllarında büyük bir heves içinde arkadaşlarıyla kurduğu müzik grubuna dönemin ünlü sanatçıları İlham Gencer de Cem Karaca ve ekibinden desteğini esirgemedi. Fakat Cem’in babası oğlunun müzikle ilgilenmesine türlü yollarla engel oluyordu.

Hatta bir seferinde konser esnasında oğlunu ve arkadaşlarını yuhalatmak için adam tuttu. Fakat tüm bunlara rağmen oğlunu müzik aşkından vazgeçiremedi.

Ardından ilk evliliğinden 3 gün sonra Antakya’ya askere giden Cem Karaca için hayatının dönüm noktası belirlenmiş oldu. Asker arkadaşının çaldığı bağlama sayesinde çok sevdiği müziğe kendi duygularını katarak yepyeni bir boyuta ulaştırdı.

O, artık Anadolu Rock müziğinin öncüsüydü. Askerlik görevini bitirdikten sonra Apaşlar, Kardaşlar, Moğollar, Dervişan ve Edirdahan gibi farklı gruplarda yer aldı.

Apaşlar Grubu Dönemi

Asker arkadaşının çaldığı bağlamayla nasıl müzik yapacağına karar veren Cem Karaca, Rock’n Roll şarkılarını söylemekten vazgeçti. 1967 yılında askerliğini bitirip İstanbul’a döndü.

Mehmet Soyarslan’ın Apaşlar grubu ile tanışarak onlarla ekip arkadaşı oldu. Grup kısa sürede ülkenin en iyileri arasında yer aldı ve ünlerini büyük bir kitleye kanıtladı.

1967’deki Altın Mikrofon yarışmasına katıldılar. Yarışmada, Erzurumlu Emrah’ın şiirine yapılmış bir Karaca bestesiyle yeteneklerini kanıtladılar. Fakat burada ikinci olan Apaşlar, birinciliği kaptırdığı gruba oranla daha büyük ilgi gördü.

Ardından Karaca, 1968 yılında grubuyla birlikte Almanya’ya gitti. Burada Ferdy Klein Orkestrası ile 45’lik bir plak kaydını müzik dünyasına kazandırdı.

Cem Karaca’nın en sevilen bestelerinden olan “Resimdeki Gözyaşları” bu dönemlerde Mehmet Soyarslan tarafından yazıldı. Büyük ses getiren şarkı çok beğenildi ve grup Türkiye turnesine çıktı. Aynı zamanda Almanya’da da konserler veriyorlardı.

Kardaşlar Grubu Dönemi

Apaşlar grubunun bas gitaristliğini yapan Seyhan Karabay ve Kardaşlar grubu kurucusu tek başına Almanya’ya gitti ve Ferdy Klein Orkestrası ile bir 45’lik oluşturdu. Cem Karaca 1972’de, 1971 yılının en iyi erkek sanatçısı seçildi.

Bu dönemlerde grubun baş gitaristi Seyhan Karabay ile aralarında anlaşmazlık çıktı ve Kardaşlar grubundan ayrılarak yoluna devam etti. Bunun üzerine Karaca, Anadolu Rock müziğinin güçlü isimlerinden olan Moğollar ile çalışmaya başladı. Moğollar’la yollarını ayıran Ersen Dinleten ise Kardaşlar’a dahil oldu.

Moğollar Grubu Dönemi

Moğollar tarafından 1973 yılında “Obur Dünya/El Çek Tabip” adlı 45’liğini çıkardı. 1974’te ise Namus Bekçisi isimli şarkısıyla en büyük başarısına imza attı. Grup ülkede büyük beğeni toplayıp şarkıları çok sevildi.

Fakat Cahit Berkay’ın alışmalarına Fransa’da devam etmek istemesi üzerine Cem Karaca gruptan ayrıldı. Ardından Karabasan ve Dervişan’ı kurdu. Karabasan kısa süre sonra dağıldı.

1975 yılında milyonların dilindeki “Tamirci Çırağı” isimli şarkısını çıkardı. Aynı yılın sonunda “Mutlaka Yavrum/Kavga” adlı başarılı plağını müzik dünyasına sundu.

Fakat İngilizce ve Arapçaya da çevrilen Kavga isimli bu şarkı, 1976’da TRT’de yayınlanmak üzereyken programdan kaldırıldı. Kaldırılma sebebiyle ilgili bir açıklama yapılmadı. Ünlü sanatçı, ilk ve tek çocuğu olan Emrah Karaca’yı aynı yıl kucağın aldı.

Edirdehan Grubu Dönemi

Şarkılarına siyasi görüşlerini yansıtan ve bunu açıkça belli eden Cem Karaca, ünlü şarkısı Tamirci Çırağı’nda da bunu dinleyiciye ilk kez hissettirdi. Henüz Dervişan grubunun üyesiyken “Yoksulluk Kader Olamaz” adlı albümü çıkış yaptı. Albümde ünlü şair Nazım Hikmet’in şiirlerinin yanı sıra kendi yazdığı şarkılar da yer alıyordu.

Şarkılarını siyasete alet eden Karaca, tepki çekiyordu. Dervişan grubuyla 1978 yılının başında ayırdı. Aralarında Kurtalan Ekspres üyelerinin de yer aldığı Edirdahan grubunu kurdu.

Bu grupla yalnızca “Safinaz” isimli tek bir şarkı çıkardı. Ardından 1979’da yalnız çalışma kararı aldı. Albümlerinin çoğunda Nazım Hikmet’in şiirleri yer alıyordu. Daha sonra Hasret adlı albümünü çıkardı.

Siyasi Durumları ve Vatandaşlıktan Çıkarılması

1980 yılının Mart ayında sanatçının “1 Mayıs Marşı” adlı plağı komünizm propagandasından ötürü Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılandı. Şarkıcı Cem Karaca, besteci Sarper Özsan ve plak şirketinin sahibi Ali Avaz suçlu konumdaydı.

Ünlü sanatçı, aynı dönemlerde Avrupa turnesine çıktı. Bir süre sonra Almanya’ya yerleşti. 12 Eylül 1980 darbesinin sonrasında kurulan Sıkıyönetim Mahkemesi, sanatçıyı Türkiye’ye çağırdı.

Cem Karaca, dava başladıktan sonra yurtdışında bulunduğu sırada babasının ölüm haberini aldı. Fakat cenazeye katılamadı.

Müzik yaşamına Almanya’da devam ediyor, Türkiye’deki yaşamına, sevenlerine ve ailesine özlem duyuyordu. “Bekle Beni” isimli albümünde bu duygularının yoğunluğunu kendisini sevenlerine hissettirdi.

Kendisine Türkiye’ye dönmesi için 13 Mart 1981’e kadar süre verildi. Fakat Cem yurda dönüş için ek süre istedi. Bunun sonucunda 15 Temmuz 1982’ye kadar süre verildi.

Karaca, tüm bunlara rağmen Türkiye’ye dönmeyeceğini bildirdi ve 6 Ocak 1983 tarihinde, Yılmaz Güney ile aynı gün Türkiye vatandaşlığından çıkarıldı.

Türkiye’ye Dönüşü

Dönemin başbakanı Turgut Özal 1985’te Münih’e geldi. Ünlü sanatçı Özal’la görüşüp Türkiye’ye geri dönme isteğini dile getirdi. Vatandaşlığını elinden alan davadan beraat etti. Bunun üzerine 29 Haziran 1987’de Türkiye’ye geri döndü.

Ülkesine döndükten sonra Turgut Özal’dan yardım aldığı gerekçesiyle dönek olarak nitelendirilip eleştirilerin hedefi olan sanatçı bu dönemleriyle ilgili;

“Zorlu yıllardı, sürgündüm. 1985’te dönünce pek çok söylenti çıktı, yok Başbakan Özal’ın elini öpmüşüm, dönekmişim, şuymuşum buymuşum. Sonra şöyle cevap verdim: Ben döneksem döndüm diye memleketime, döndüm baba, döndüm işte, oh be.” şeklinde konuştu.

Siyasi görüşleriyle de dikkatleri üzerine çekti. Bu ifadesine benzer bir söyleme şarkı sözünde de yer verdi.

Yurda döndüğü yıl “Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar” isimli albümünü sevenleriyle buluşturdu. Büyük ilgi gören şarkılarıyla o yılın en çok satan albümü bu oldu. Bu başarısını “Töre” adlı albümü izledi.

1990’lı yıllarda Türkiye’de çok sayıda başarılı albümlere imza attı. Altın Güvercin Ödülü’ne Kahya Yahya adlı eseriyle sahip oldu.

Bu şarkısı da sınıf farkını dile getiren siyasi söylemler içeriyordu. Ünlü Rock yıldızı aynı zamanda Sosyal Demokrat Parti için konserler veriyordu.

1992’de UNICEF için hazırlanan “Sev Dünyayı” adlı şarkının sözlerini yazdı. Koroda kendisiyle birlikte İbrahim Tatlıses, Ajda Pekkan, Muazzez Abacı, Leman Sam, Fatih Erkoç gibi ünlü isimler yer aldı.

1992’nin Temmuz ayında annesi Toto Karaca hayatını kaybetti. Sanatçı sonraki dönemlerde “Raptiye Rap Rap” ve “Islak Islak” isimli şarkılarını müzik dünyasına armağan etti. Listelerin en başında yer aldı.

Sanatçı müziğe bir dönem ara verdi. 1994 yılında TRT’de yayınlanan Raptiye’yi, 1995’te Cem Karaca Show ile 1996’da yayınlanan Efendime Söyleyeyim adlı televizyon programları izledi.

Müziğe Geri Dönüşü

Karaca, Ağır Roman isimli 1997 yapımlı film için sevilen şarkısı Resimdeki Gözyaşları’nı yeniden seslendirdi. Böylelikle müzik dünyasına yeniden kavuştu.

1999 yılında “Bindik Bir Alamete” isimli albümünü çıkardı. 2001’de Kurtalan Ekspres ile çalmaya başladı. 2002’de ise Yol Arkadaşları adlı grubun kuruculuğunu üstlendi.

Tiyatro Hayatı

1961 yılında Hamlet’te rol aldı ve böylelikle tiyatroya ilk adımını attı. 1964’te ise Münir Özkul’un oynadığı General Çöpçatan oyunu onun ilk büyük tiyatro çalışmasıydı. Ardından 1965’te Zoraki Diktatör isimli oyunda rol aldı.

Yine 1965’te askerlik yaparken, askeriyede Cahit Atay’ın Pusuda ile Aziz Nesin’in Toroslar Canavarı isimli tiyatro oyunlarını yönetti. Zamanla tiyatroda gelişim gösterdi.

Aynı zamanda bunlarda rol aldı. O dönemlerde İstanbul Tiyatrosu’nda izleyiciyle buluşan “Anahtarı Bendedir” isimli oyunu da Türkçeye çevirdi ve oynadı.

Almanya’da bulunduğu dönem, Die Kanaken adlı albümündeki şarkıların işlendiği oyunda annesiyle birlikte yer aldı. Yine bu dönemde Nazım Hikmet’in yazdığı Şeyh bedrettin İsyanı’nın yöntmenliğini üstlendi.

Film ve Dizi Hayatı

1970’de Kralların Öfkesi adlı filmde rol aldı. Bu, Cem Karaca’nın ilk ve tek başrol filmiydi. Yücel Uçanoğlu yazıp yönetiyordu ve film western tarzındaydı. Murat Soydan ile başrolü paylaşan Karaca, Camgöz isimli bir kovboya hayat verdi.

1999 yılında ise Kahpe Bizans isimli sinema filminde ikinci kez beyaz perdede boy gösteren ünlü sanatçı, Karaca Abdal isimli bir karakteri oynadı. Aynı zamanda filmin müziklerinden birkaçını besteledi.

Daha sonra dizilerde rol almaya başladı. 2001 yılında Yeni Hayat dizisinde konuk oyuncu olarak yer aldı. Yine aynı yıl, Dem Baba rolüyle Avcı adlı dizide izleyici karşısına çıktı.

Evliliği

Tiyatro sanatçısı Semra Özgür ile 22 Aralık 1965 tarihinde, askere gitmeden 3 gün önce ilk evliliğini yaptı. Fakat bu evlilik uzun sürmedi. Karaca 1968’in sonunda yine bir tiyatrocu olan Meriç Başaran ile ikinci kez evlendi.

İkinci evliliği de yalnızca 2 yıl süren Karaca, Feride Balkan ile 21 Ağustos 1972’de üçüncü evliliğini yaptı. Bu evliliğinden 1976 yılında Emrah isimli bir oğlu oldu.

Cem’in Almanya’da zorunlu yaşaması nedeniyle üçüncü evliliği de son buldu. Bunun üzerine 5 Temmuz 1993’te ilk eşi Semra Özgür ile tekrar birleşerek dördüncü evliliğini yaptı.

Cem Karaca’nın dördüncü evliliği de düzen tutmadı. Bunun üzerine beşinci ve son evliliğini İlkim Erkan ile yaptı.

Ölümü

Türk Rock müziğinin unutulmaz ismi Cem Karaca, 8 Şubat 2004 tarihinde solunum ve kalp yetmezliği sonucu geçirdiği kalp krizi yüzünden Bakırköy Acıbadem Hastanesi’nde hayata veda etti.

Sanatçı 59 yaşındayken sevenleri ondan ne yazık ki mahrum kaldı. Kendisi için düzenlenen törenle Karacaahmet Mezarlığı’nda babası ile aynı mezara defnedildi.

2005 yılının Mayıs’ında, vefatından 10 gün önce Mahsun Kırmızıgül ile birlikte kaydettiği “Hayat Ne Garip?” isimli şarkı çıktı. Bu şarkı, Kırmızıgül’ün Sarı Sarı adlı albümünde yer aldı.

Yine 2005’te Cem Karaca’nın şarkılarını bir araya getiren “Mutlaka Yavrum” adlı şarkı yayınlandı. Rock dünyasının unutulmaz sanatçısını şarkıları Edip Akbayram, Manga, Volkan Konak, Teoman ve daha birçok ünlü isim tarafından yorumlandı.

Erkin Koray Kimdir? Hayatı ve Eserleri
Erkin Koray Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Cem Karaca’nın Albümleri ve Şarkıları

Cem Karaca’nın Albümleri ve ŞarkılarıBaşarılı sanat yaşamında 100’den fazla plaket ve ödüle layık görülen Cem Karaca, siyasi görüşleri sebebiyle eleştirilse de müzik dünyasının en sevilen isimlerinden biri oldu. 59 yıllık yaşamına çok sayıda başarıyı sığdırdı.

Tamirci Çırağı, Islak Islak, Sen de Başını Alıp Gitme ve daha yüzlercesiyle gönüllerde baş köşede yer alan sanatçı, seslendirdiği her şarkısına duygularını kattı. Güçlü ve eşsiz sesiyle her bir şarkısıyla tarihe adını yazdırdı.

Anadolu Rock müziğinin öncülerinden biri olan Cem Karaca sevenlerine birçok albüm bıraktı. Her bir albümünde yer alan ve onu ölümsüz kılan şarkılarından bazıları aşağıda yer alıyor.

Yoksulluk Kader Olamaz

Cem Karaca’nın Albümleri ve Şarkıları1977 yılında çıkan bu albüm, Cem Karaca ve Dervişan grubuna aittir. Albümde 8 şarkı yer almıştır.

Şarkıların çoğuna piyanoyla giriş yapılmıştır. Albümde yer alanların tamamı büyük ilgi görmüş ve dinleyiciler tarafından başarılı bulunmuştur.

Hasret

Cem Karaca’nın Albümleri ve Şarkıları1980 yılında çıkarılan bu albüm, Cem Karaca’nın 12 Eylül Olayı’ndan sonra yaşamak durumunda kaldığı Batı Almanya’da kaydedilmiştir. 12 şarkı yer alır.

Merhaba Gençler ve Daima Genç Kalanlar

Cem Karaca’nın Albümleri ve Şarkıları1987 yılında çıkarılan albümüdür. 12 şarkıdan oluşur. Bu albümde yer alan Ceviz Ağacı ve Çok Yorgunum adlı şarkıların sözleri ünlü şair Nazım Hikmet Ran’a aittir. Karadut adlı şarkıda ise Karaca, Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan faydalanmıştır.

Töre

Cem Karaca’nın Albümleri ve ŞarkılarıSanatçının 1988 yılında çıkardığı albümdür. Albümde 10 şarkı yer alır. Sanatçının sevilen şarkısı Resimeki Gözyaşları bu albümde bulunur.

Ayrıca albümde sözleri Pir Sultan Abdal, Ahmed Arif, Nazım Hikmet’e ait olan şarkılar vardır. Plak formatında piyasaya sunulmuştur.

Bindik Bir Alamete

Cem Karaca’nın Albümleri ve Şarkıları3 Mart 1999 tarihli bu albüm ünlü sanatçı hayattayken yayınlanan son albümüdür. Albümde 11 şarkı yer alır. Buradaki şarkıların bazılarına bağlama eşlik eder.

Ayşen Gruda Kimdir? Hayatı ve Filmleri

$
0
0

Ekranlardaki neşesi adeta evin içine saçılan Ayşen Gruda hayatı boyunca birçok tiyatro oyunu ve sinema filminde rol almıştır. İşini hakkıyla yapan bu isim, birçok ünlü sinema sanatçısıyla mükemmel bir uyum yakalamıştır.

Çoğu zaman güldürdüğü filmlerinde, yanaklarından gözyaşları süzülürken dahi izleyiciyi gülümsetmeyi başarmıştır. Sanat hayatı boyunca komedinin büyük bir ciddiyet gerektirdiğini savunmuş ve hep bu söylemine yakışır şekilde oynamıştır.

Kemal Sunal Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi
Kemal Sunal Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Kendisi yaşama veda etmiş olsa da ardında bıraktıklarıyla hep saygı ve özlemle anılacak. Avukatlık hayaliyle alakasız bir şekilde başlayan oyunculuğu, onu beyaz perdenin en seçkin ismi yapmıştır. Aşağıda Ayşen Gruda’nın hayatını ve bazı filmlerini bulacaksınız.

Ayşen Gruda Kimdir?

Ayşen Gruda Kimdir?Ayşen Gruda ya da asıl adıyla Ayşen Erman Türk tiyatro, dizi ve sinema oyuncusudur. Yeşilçam’ın şimdiye kadar gelmiş geçmiş en ünlü isimleri arasındadır. Türk sinemasına “domates güzeli” olarak damga vurmuştur.

22 Ağustos 1944 tarihinde İstanbul, Yeşilköy’de dünyaya geldi. Erman ailesinin ortanca kızıydı. Anlayışlı ve sevgi dolu bir ailede büyüme şansı yakaladı.

Doğduğu yer, Osmanlı döneminde karargah olarak kullanılan bir köşktü. Babası kara tren makinistliği yapıyordu.

Birçok Yeşilçam filminde unutulmaz rol arkadaşları Şener Şen, Adile Naşit, Kemal Sunal, İlyas Salman ve daha niceleriyle aynı sahneyi paylaşmış, yaşamı boyunca Türk sineması ve Türk tiyatrosuna sayısız katkıda bulunmuştur.

Ayşen Gruda’nın kardeşleri ise kendisi gibi Türk sinema ve tiyatro oyuncusu Ayten Erman ile oyuncu ve kantocu Ayben Erman’dır. Özellikle Ayten Erman tanıdık bir sima olup çoğu projede kız kardeşi Ayşen Gruda ile birlikte rol almıştır.

Ayşen Gruda’nın Hayatı

Ayşen Gruda’nın HayatıHenüz çocukken Yeşilköy’deki evlerinde Ermeni komşularının taklidini yapıyor, çevresindekileri güldürmeyi başarabiliyordu. Ailesi onun komedi yeteneğini bu sayede keşfetti. Zaman içinde yeteneği komşular tarafından da fark edilen küçük Ayşen, akşamları çay sohbetlerinin vazgeçilmezi olmuştu.

En büyük hayali bir avukat olmaktı. Eğlenceli, kahkaha dolu halleri hep baki kalsın istiyordu ama bu özelliğinin ileride mesleği olacağını hiç düşünmemişti.

Lise ikinci sınıfı okuduğu sırada babası vefat etti. Bir süre sonra aile geçim sıkıntısı çekmeye başlayınca okulu bıraktı ve çalışmak zorunda kaldı. Avukatlık hayali ona artık çok uzaktı.

Oyunculuğa İlk Adımları

Kız kardeşi Ayben Erman ve ablası Ayten Erman da çocuk yaşlardan beri oyuncu olmak istiyordu. Ablası Ayten, Avni Dilligil’in tiyatro ekibinde yer aldı.

Babalarını kaybedince büyük sarsıntı yaşayan üç kız kardeş bir şekilde ayakta kalmaya çalışıyordu. Ayşen, ablası Ayten’in izinden gitmeye karar verdi. Onun ardından küçük kardeşi Ayben de gelecek, üçü de Yeşilçam’ın sevilen yüzü olacaktı.

Usta oyuncunun profesyonel oyunculuğa ilk adımı Tevfik Bilge’nin turne tiyatrosu sayesinde, 17 yaşındayken oldu. 1962’de “Kongre Eğleniyor” adlı vodvilde ilk rolü küçük bir hizmetçiydi. Bu tiyatro tam 16 yıl devam etti.

Gruda, 1977’de televizyon için yaptığı başarılı skeçlerinden birinde “Domates Güzeli Nahide Şerbet” karakterine hayat verdi. O günden sonra lakabı Domates Güzeli olarak kaldı. Büyük bir kitle ona hayrandı.

Emek verdiği sinema ile tiyatro dünyasında hep o şekilde anıldı. Özellikle komedi filmlerinin vazgeçilmez yüzü oldu. Ancak anıldığı bu isimle reklamlarda oynamaya başlayınca TRT ile anlaşamadılar. O da yoluna tiyatroyla devam etti.

Evliliği

Ayşen Gruda sonraki yıllarda Ankara Meydan Sahnesi’nde tiyatro oyuncusu olan Yılmaz Gruda ile tanıştı. Bir süre sonra evlenmeye karar veren çift, 1965 yılında hayatını birleştirdi. Bu evlilik uzun süre devam etti.

Çiftin bu evlilikten Elvan Gruda adında bir kız çocuğu oldu. Doğumun ardından Ayşen bir süre sahnelerden uzak kaldı. Ardından 1976’da Yılmaz Gruda’dan boşandı.

Fakat eşinden ayrıldıktan sonra da Gruda soyadını kullanmayı sürdürdü. Çünkü boşanmadan önce bu ismiyle ün kazanmıştı.

Bu arada belirtmeliyiz ki, Ayşen Gruda bu evliliğinden önce Müjdat Gezen ile nişanlıydı. Birbirlerine aşık olan çiftin sonu ne yazık ki mutlu bitmedi. Yıllar sonra Gezen, bir röportaja katıldı.

Bu olayla ilgili Müjdat Gezen: “Ama bunun karşılığında noldu? Bir gün Ayşen, bana ‘Ben başkasıyla evleniyorum’ dedi” şeklinde konuştu. Üstelik ikili, bu röportaja birlikte katılmışlardı.

Başarılı Dönemleri

Daha sonra kendisi gibi usta oyuncu ve aynı zamanda yakın dostu Adile Naşit, kendisinin Ertem Eğilmez ile tanışmasına aracı oldu. Gruda’ya ilk önce Hababam Sınıfı’nda küçük bir rol verildi. Hababam Sınıfı’nın ilk serisi olan bu film, Ayşen Gruda’nın da ilk sinema performansıydı.

Bilgi yarışmasının sunucusunu canlandırıyordu. 3 yıl sonra çekilecek olan bir başka Hababam Sınıfı’nda ise bu kez öğrenci rolünde izleyiciyle buluşacaktı.

Filmlerinde sıklıkla kullandığı gerzek sözcüğü onunla adeta bir bütün oluşturdu. Hatta öyle ki, sözlükte böyle bir sözcük onun kullanımına kadar mevcut dahi değildi.

Onun kullanımından sonra argoda kullanılan geri zekalı sözcüğünün kısaltılmışı olarak dilimizdeki yerini aldı. Artık o sözcük Ayşen Gruda ile özdeşleşmişti.

Ertem Eğilmez disiplinli bir yönetmendi, işinde özen isterdi. Yılar sonra o günleri anarak paylaştığı bir anısında, sete geç kaldıkları için Tarık Akan’la birlikte tıpkı filmlerde olduğu gibi tek ayak üzerinde bekleme cezası almışlardı. Bu anıyı tebessüm ve özlemle anımsamıştı.

Bir süre sonra Adile Naşit ile birlikte Ertem Eğilmez filmlerinin çekirdek kadrosunun üyesi oldu. “Hisseli Harikalar Kumpanyası”, “Deve Kuşu Kabare”, “Hababam Sınıfı Müzikali”, “Yedi Kocalı Hürmüz” gibi ses getiren müzikallerde yer aldı.

Bir yandan da televizyon dizilerinde oynuyordu. Sinemaya damga vuran isimlerin başında yer almaya başladı. 1974’te Hababam Sınıfı ile başlayan serüveni tam gaz devam ediyordu.

“Şabanoğlu Şaban”, “Tosun Paşa”, “Neşeli Günler”, “Süt Kardeşler”, “Çöpçüler Kralı” ve çok ilgi gören birçok klasikleşmiş Türk sineması örneklerinde boy gösterdi. Rol aldığı karakterlerin neredeyse hepsi zaman içinde onunla özdeşleşti.

Gülen yüzüyle sinemanın adeta vazgeçilmezi olmuştu. Her bir filmi ayrı ilgi görüyordu. O artık yıldızı parlayan bir sinema sanatçısıydı. Her komedi filminde gözler onu arar oldu.

Son Yılları

2003 yılında “Hababam Sınıfı Merhaba”, 2006 yılında “Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu”, “İlk Aşk”, “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?”, “Keloğlan Karaprens’e Karşı” gibi birçok filmde rol aldı.

2014 yılında Cem Yılmaz’ın senaryosunu yazıp aynı zamanda yönettiği “Pek Yakında” adlı sinema filminde oynadı. Cem Yılmaz, Ozan Güven, Zafer Algöz, Özkan Uğur, Çağlar Çorumlu, Şirincan Çakıroğlu ve Tülin Özen ile beraber rol aldı.

Aldığı Ödüller

Sinema ve tiyatro alanındaki muhteşem başarıları aldığı birçok ödülle taçlandı. 2006 yılında Sadri Alışık Ödülleri’nde, 2010 yılında ise Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü’ne layık görüldü.

2012 yılında İstanbul Film Festivali Ayşen Gruda’ya Onur Ödülü verdi. Sanatçı son olarak 2017’de “Deli Kadın” adlı tiyatro oyunuyla 55. Sanat Yılı’nı devirdi.

Ölümü

Türk sinemasının en değerli isimlerinden Ayşen Gruda, uzun süre pankreas kanseriyle mücadele etti. 17 Aralık 2018’de hastalığına bağlı solunum yetmezliği sebebiyle hastaneye kaldırıldı. Tedavisi bir süre yoğun bakımda devam etti.

Yapılan tüm müdahalelere rağmen 23 Ocak 2019’da hayata veda etti. Geride kaç sefer izlenirse izlensin hep güldürmeyi başaran unutulmaz filmleri kaldı.

Halit Akçatepe Kimdir? Hayatı ve En Ünlü 10 Filmi
Halit Akçatepe Kimdir? Hayatı ve En Ünlü 10 Filmi

Ayşen Gruda’nın En Unutulmaz Filmleri

Ayşen Gruda’nın En Unutulmaz FilmleriBaşarılı sanatçı, çocuğundan yaşlısına hayatımızın her alanında, anılarımızda yer buldu. Yaptığı işin her biriyle başarının altına imzasını atan ve geçmişle birlikte adını tekrar tekrar gönüllerimize yazdıran Ayşen Gruda’yı herkes farklı bir filmle hatırlar.

Kendisi gibi unutulmaz rol arkadaşlarıyla komedi filmlerinin vazgeçilmeziydi. Sinema ve tiyatroya adadığı yaşamına birçok film sığdırdı. İşte unutulmaz filmlerinden birkaçı:

Aile Şerefi

Ayşen Gruda’nın En Unutulmaz Filmleri1976 yılında gösterime giren bu film, dram türündedir. Orhan Aksoy’un yönetmenliğindedir. Filmde Gruda, Ayşe karakterine hayat verir.

At arabası ile maden suyu satan Rıza ve karısı Adile’nin geçim sıkıntısı çektiği günler anlatılır. Çiftin beş çocuğu vardır. Yeni evli kızları Ayşe ve damatları da yanlarına taşınınca daha çok zorluk çekerler. En küçük oğulları Murat’a araba çarpmasıyla aile için zor günler başlar.

Gülen Gözler

Ayşen Gruda’nın En Unutulmaz Filmleri1 Mart 1977 tarihinde gösterime giren film, Ertem Eğilmez’in yönetmenliğindedir. Dram-komedi tarzındadır.

Münir Özkul, Adile Naşit, Şener Şen, Müjde Ar, Ayşen Gruda ve Itır Esen gibi ünlü isimler birlikte rol aldı. Ayşen Gruda Fikret karakterine hayat vermiştir. Vecihi ile büyük aşkı, bir takım zorlukların üstesinden gelmek durumunda kalacaktır.

Çöpçüler Kralı

Ayşen Gruda’nın En Unutulmaz Filmleri1 Şubat 1978 tarihinde gösterime girmiştir. Zeki Ökten’in yönetmenliğindedir. Başrolleri Kemal Sunal, Şener Şen, İlyas Salman ve Ayşen Gruda paylaşmıştır. Gruda, filmde Hacer karakterini canlandırır.

Mahallede çöpçülük yapan saf bir delikanlı ile aynı mahallede gündeliğe giderek para kazanan Hacer’in hikayesini anlatır. Zabıta memuru Şakir, Hacer’i severken; çöpçü Apti ile Hacer birbirine aşık olur.

Neşeli Günler

Ayşen Gruda’nın En Unutulmaz FilmleriOrhan Aksoy’un yönettiği film, 1978 yılında gösterime girmiştir. Başrollerinde Türk sinemasının iki büyük emektarı Adile Naşit ve Münir Özkul oynamıştır.

Turşuculuk yapan çiftin geçimsizlik sonucu ayrılması anlatılmıştır. Gereksiz bir tartışma sonucunda tüm aile darmadağın olur. Çiftin altı çocuğundan üçü babada, üçü ise annede kalır.

Gırgıriye

Ayşen Gruda’nın En Unutulmaz FilmleriKartal Tibet’in yönetmenliğini yaptığı bu film 1981 yılında gösterime girmiştir. 2004 yılında ise hepimizin bildiği Cennet Mahallesi adlı televizyon dizisi olarak tekrar izleyiciyle buluşmuştur.

Ayşen Gruda, Sevim karakterini canlandırır. Tüm olaylar Sulukule adlı bir yerleşim merkezinde gerçekleşir. Karmaşık ve düzen tutmayan birtakım ilişkiler konu edilir.

Vincent van Gogh Kimdir? Hayatı, Eserleri ve Sözleri

$
0
0

İlk hayal kırıklığını gönderildiği yatılı okulda, ikincisini ise ise aşık olduğu kız evlenme teklifini reddettiğinde yaşayan Vincent van Gogh, oldukça zorlu bir hayat sürdü. Çoğu kez depresyona girip içine kapandı. Sonunda kendini “çizmeye” adadı ve muhteşem eserler ortaya koydu.

37 yaşındayken intihar ederek yaşamına son veren Vincent, sanatındaki güzellikleri zorlu yaşamından ilham alarak meydana çıkardı. Tarihin en büyük ressamlarından biri oldu. 10 yıllık sanat serüveninde 860 adet yağlıboya tablo ile 2000’in üzerinde çizim çalışması yaptı. Fırçasını; manzara, natürmort, portre ve otoportre tarzında kullandı.

Leonardo Da Vinci Kimdir? Hayatı ve En Ünlü 15 Eseri
Leonardo Da Vinci Kimdir? Hayatı ve En Ünlü 15 Eseri

Resim dünyasının dâhisi bu isim, kendine özgü fırça darbeleriyle modern sanatın temellerini attı. Sanatıyla hayatı birbirinden ayırt edilemeyecek kadar iç içeydi. Aşağıda bu ünlü ressamın acıklı hayat öyküsünü, sanatımıza kattıklarını ve birkaç ünlü sözünü bulacaksınız.

Vincent van Gogh Kimdir?

Vincent van Gogh Kimdir?Tam adıyla Vincent Willem van Gogh, art izlenimci bir ressamdır. Dünyaca ünlü bu isim, Hollandalıdır. Batı dünyası sanat tarihine damgasını vurmuş en ünlü ressamlardan biridir. Zor ve acı yaşamını eserlerinde ilham kaynağı olarak kullanabilmiştir.

30 Mart 1853 tarihinde Hollanda’nın Groot-Zundert adlı şehrinde dünyaya geldi. Ünlü ressama, kendisinden bir yıl önce ölen abisi ve büyükbabasının ismi olan Vincent Willem ismi verilmişti.

Onu ölümsüz kılan eserlerinin yanı sıra kendi kulağını kesmesi ve genç yaşta intihar edip yaşamına son vermesi ile de hafızalarda yer etmiştir. Onun melankolik iç dünyası eserlerine de yansımıştır. Dünya sanat tarihinde yeri dolmayacak biridir.

Hayatı boyunca çok önemli eserlerin altına imzasını atan ressam, 10 yılı aşan bir sürede 60 adet yağlı boya tabloyu da kapsayan 2100 resim ve çizim çalışması yaptı. Bunların önemli bir kısmı hayatının son 2 yılında yapıldı.

Rahip Theodorus van Gogh ve Anna Cornelia Carbentus’un canlı doğan ilk çocuklarıydı. Annesi fazlasıyla otoriterdi ve saygınlığa önem veriyordu. Rahip olan babası ise dinine bağlıydı.

İşte Vincent, böyle bir aileye sahipti. Vincent’in kendisinden sonra doğan bir erkek, üç tane de kız kardeşi oldu.

Vincent van Gogh’un Hayatı

Vincent van Gogh’un HayatıAnnesi Anna Carbentus, zengin bir aileden geliyordu. Babası Theodorus ise bir rahibin oğluydu. İki isim 1851 yılında evlenerek Zundert şehrine taşındı.

Theodorus, çok yüksek bir maaş almasa da kilise aileye birçok imkan tanıyor, onlara orta sınıf ile üst sınıf arasında iyi denilebilecek bir yaşam sunuyordu. Ailenin atı, at arabası, aşçısı, evi, bahçıvanı ve hizmetçisi vardı.

Vincent Willem, otoriter yapıdaki ailesinin baskısıyla ciddi ve saygılı bir çocuktu. İlk eğitimini küçük yaşlarda annesi ve mürebbiyesinden aldı. 1960 yılında bir köy okuluna başladı.

Yatılı Okula Gönderilmesi

4 yıl buradaki eğitimine devam eden ünlü ressam, ardından Zevenbergen’deki yatılı bir okula gönderildi. Burası, onun mutsuz bir çocukluk geçirmesine sebep oldu. Kendisini oldukça yalnız hissedip evine geri dönmek istedi.

Fakat ailesi henüz 13’ünde olan Vincent’i yanlarına almak yerine onu Tilburg’da bulunan başka bir yatılı okula gönderdi. Ve nihayet 1868 yılının Mart ayında, 15 yaşındayken okulu yarıda bırakıp evine kavuştu.

Hayatındaki ilk hayal kırıklığını bu olayla küçük bir yaşta yaşamıştı. Daha sonra ise o zor zamanlarını “kasvetli, soğuk ve sıkıcı” kelimeleriyle anlattı. Yaşadığı yalnızlık onu derinden etkilemişti.

Bunun yanında babası onun rahip olmasını istiyor, o ise girdiği hiçbir sınavda başarılı olamıyordu. Sürekli aynı yerde yaşamayan Vincent, adeta oradan oraya sürüklendi. Bir dönem akrabalarının yanında yaşadı.

Çocukluğunda resme ilgi duyuyor, ufak tefek çalışmalar yapıyordu. Fakat yaptıkları kayda değer olmamıştı. Babası onu sanat simsarlığına yönlendirdi.

Gençlik Dönemleri

Babasının bu fikri sunmasıyla sanat simsarlığına başladı ve 16 yaşındayken Goupil galerilerinde çalıştı. İlk başlarda Lahey bölgesinde bulunan genç Vincent, daha sonra Londra ve Paris’e gönderildi.

20 yaşındayken Londra’da 37 yıllık yaşamının belki de en mutlu sayılabilecek günlerini geçiriyordu. İşindeki başarısı ona yüksek miktarda para getiriyordu. Fakat ne yazık ki mutluluğu çok uzun sürmedi.

İlk Aşkı

Londra’da yaşadığı evin sahibinin kızı Eugénie Loyer’e gönlünü kaptırdı. Genç kız ise bir süre sonra başka biriyle nişanlandı. Ünlü ressam, genç yaşında ikinci büyük hayal kırıklığını da böylelikle yaşamış oldu.

Ardından Paris’teki şubeye geçti. Fakat daha çok melankolik bir hale büründüğü, içine kapandığı ve dini konulara fazla yoğunlaştığı gerekçesiyle işten atıldı.

Dine Yoğunlaştığı Dönemler

1876 yılına gelindiğinde yeni bir başlangıç umuduyla Londra’ya tekrar döndü. Burada küçük bir kasabada gönüllü öğretmenlik yapmaya başladı. Kısa süre sonra öğretmenliği bırakarak din adamı olmaya karar verdi.

Bu dönemlerde deyim yerindeyse bir keşiş hayatı yaşadı. Sürekli İncil okuyordu ve kutsal kitabı farklı dillere çevirmeye çaba harcıyordu. Ailesi rahip olmasını destekliyordu.

Bunun üzerine dönemin ünlü din adamlarından biri olan amcasının yanına, Amsterdam’a gönderildi. Vincent, buradaki üniversitenin teoloji sınavına hazırlanıyordu. Fakat çabaları sonuçsuz kaldı ve sınavı geçemedi.

Daha sonra amcasının yanından ayrıldı. Bir Protestan misyoner okulunda 3 aylık kursa katıldı. Fakat burada da başarılı bir sonuç alamadı.

1879 yılında Belçika, Borinage’de bir madenci bölgesinde misyoner olarak çalışmaya başladı. Kaldığı küçük daireyi ihtiyaç sahibi birine verdi ve samanların üzerinde uyuma hayali kurduğu kulübede yaşamaya başladı.

Fakat onun kötü ve düzensiz yaşam şartının rahiplik mesleğinin saygınlığına aykırı olduğu düşünüldü. Bu sebeple buradaki işinden de kovuldu. Vincent, hemen her şeyde bir hayal kırıklığı yaşar durumdaydı.

Ailesi Vincent’in kendileri için bir utanç kaynağı olduğunu düşünmeye başladı. Hatta babası, oğlunun tımarhaneye yatırılması fikrindeydi. 1880 yılında mutsuz Vincent, Cuesmes’e geri döndü.

Depresif günler geçiren Vincent, alkol ve sigara tüketimini artırdı. Bir süre sonra bu alışkanlıklarından sağlığı olumsuz etkilendi. Onun zor günlerinde hep yanında olan ise kardeşi Theo idi.

Resim Yapmaya Başlaması

Çok sevdiği kardeşi Theo ile burada sürekli mektuplaşıyordu. Ve hayatını değiştirecek resimle kardeşinin mektupları etkisiyle nihayet tanıştı. Artık resimle ciddi anlamda ilgileniyordu.

İnsan figürleri ve manzaralarla kağıtları süslüyordu, gelişmeye başlamıştı. Willem Roelofs adlı bir ressam ve gittiği bir resim okulu sayesinde teknikleri öğrendi.

1881‘de Etten’e döndü. Genç ressam ailesiyle birlikte yaşamaya başladı. Bir yandan çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor, bir yandan da dul kalan kuzeniyle yakınlaşmaya başlıyordu.

Kuzeni Cornelia kendisinden 7 yaş büyüktü. Vincent, onunla romantik uzun yürüyüşlere çıkıyor, gün geçtikte ona aşık oluyordu. Fakat her olayının acı sonla bitmesi gibi, kuzenine ettiği evlenme teklifi de hüsrana uğradı.

Kuzeni Cornelia kendisine edilen teklifi sert bir dille geri çevirdi. Bunun üzerine Vincent hayatında başka bir yıkıma uğramıştı. Resimlerini satmak amacıyla Lahey’e gitti.

Lahey’e gitme amaçlarından biri de başarılı bir ressam olan kuzeni Anton Mauve’den ilham almaktı. Onun gibi olmak istiyordu.

Ressam Anton’dan öneriler aldı. Daha sonra ailesinin yanına yeniden döndü ve burada kuzeninin önerilerini dikkate alarak çalışmalarına devam etti.

Aşık olduğu kuzenine evlilik teklifini tekrarladı. Fakat bu kez de genç kızın babası Johannas Stricker, Vincent’in kendisine bakmaktan dahi aciz olduğunu söyleyerek evliliğe şiddetle karşı çıktı.

İlerleme Dönemleri

Bir kez daha mutsuz olan genç ressam, ikinci dereceden kuzeni Mauve’den resim teknikleri almak için onun öğrencisi olarak bir süre yanında kaldı. Mauve’den bir miktar borç para alarak küçük bir stüdyo açtı.

Fakat iki kuzenin düşünceleri birbirine oldukça zıt olduğundan sürekli tartışıyorlardı. Bu dönemde bel soğukluğu hastalığına yakalandı ve bir süre hastanede kalarak tedavi gördü. Çıkınca resim çalışmalarına devam etti.

Eserlerinde yağlıboya kullanan Van Gogh ile ressam kuzeninin arası bir süre sonra iyice açıldı. Aralarındaki bu geçimsizlik, Vincent’in alkolik bir fahişe olan Clasina Maria Sien Hoornik ve onun küçük kızı ile yaşamasından dolayıydı.

1882 yılının Ocak ayında Sien ile tanışan ressam yaklaşık iki yıl boyunca bu kadınla yaşadı. İkili tanıştığında 5 yaşında bir kızı bulunan kadın, aynı zamanda hamileydi. Ardından Willem adını verdiği bir erkek çocuğu oldu.

Vincent van Gogh’un babası, oğlunun iki çocuklu bir kadınla yaşadığını öğrendi ve duruma tepki gösterdi. Ressama onları terk etmesini, o şekilde yaşamamalarını söyledi.

Vincent ilk başlarda babasına karşı çıktı. Fakat daha sonra, muhtemelen onların sorumluluğunu kaldıramayacağını idrak ederek kadın ile çocuklarını terk etti.

Nuenen Yılları

Bu süre zarfında ressamın ailesi Nuenen’e taşınmıştı. Yeniden ailesinin yanına gitti ve burada resim çalışmalarına devam etti. Kendisinden 10 yaş büyük olan komşu kızı Margot Begemann ile yakınlaştı.

Ailesi onun her ilişkisine karşı çıktığı gibi bu evliliği de onaylamadı. 1885 yılında ünlü ressamın babası hayata veda etti.

2 yıl boyunca burada kalan Vincent, 200 adet yağlıboya çalışması yaptı. Fakat çalışmalarında canlı renkler bulunmuyordu. Ruh haline uygun olarak toprak renginin tonlarını ve cansız renkleri kullanıyordu.

Sanat simsarlığı yapan çok sevdiği kardeşi Theo ile iletişimi hiçbir zaman koparmadı. Kardeşiyle sık sık mektuplaşan Vincent ve yine onun desteğiyle ismini duyurmaya başladı.

“Patates Yiyenler” adlı ilk önemli eseri ve daha birkaç çalışması 1885’in Ağustos’unda Lahey’deki bir sanat galerisinde sergilendi. Birkaç ay sonra Anvers’e taşındı.

Bu zamanlarda sağlıksız şartlarda yaşamaya başladı. Çünkü kardeşinin ona gönderdiği tüm parayı resim malzemelerine harcıyor, kendisi için hiçbir şey almıyordu.

Yalnızca hayatta kalmaya yetecek kadar yiyecek alıyordu. Öğünlerini ise ekmek, sigara ve kahveyle geçiştiriyordu.

Paris Yılları ve Sonrası

Bir yıl sonra Theo’nun Paris’teki lüks dairesinde yaşamaya başladı. Bu dönemlerde Emile Bernard, Louis Anquentin ve Paul Gauguin gibi isimlerle tanıştı.

Paris’te yaşadığı dönemlerde 200’den fazla çalışmayı kağıda döktü. Alkol ve sigaradan dolayı sağlığı kötüye gidiyordu. 1888’’e Arles’ yerleşti.

Arles’teki dönemleri, sanat yaşamının en değerli zamanları oldu. Sanat camiasına birçok eseri burada kazandırmıştı. Çok sayıda yağlıboya, karakalem ve suluboya çalışması yaptı.

Vincent, yakın dostu Gauguin’in kendisinin yanına gelmesini beklediği esnada “Van Gogh’un Sandalyesi ile Gauguin’in Sandalyesi” adlı çalışmalarını yaptı. İki arkadaş birlikte de çalışmalar yapıyorlardı.

Kulağını Kesme Olayı

Fakat bir süre sonra ikilinin arası Gauguin’in küstahlığı nedeniyle açılmaya başladı. Ve aralarında Vincent’in kulağını kesmesiyle sonuçlanan bir tartışma yaşandı. Bu olayla ilgili farklı yorumlar mevcuttur.

Ama en yaygın inanış, Vincent’in arkadaşının üzerine elinde ustura ile yürümesi ve ardından sinir krizi geçirerek duyduğu seslere engel olmak amacıyla kulağını kestiği şeklindedir. Ünlü ressam ertesi sabah yatağında bilinci kapalı olarak bulundu.

Ardından hemen hastaneye kaldırıldı. Fakat kulağın yerinden kopmasının ardından çok zaman geçmişti ve ne yazık ki tekrar yerine dikilemedi.

Bu konuda yaygın olan duyumlardan bir diğeri de ünlü ressamın kulağını değil, kulak memesini kesmesi yönündedir. O dönemlerde geçirdiği bir sinir krizi sonucu sağ kulak memesini kesen Vincent’in, bunu bir kağıda sarıp kasabanın bir genelevindeki Rachel adında bir fahişeye verdiği söylenir.

Akıl Hastanesine Yatması

Rachel de bu olay üzerine polise haber vererek ünlü ressamın hastaneye yatırılmasını sağladı. Kendisine genel deliriyum ile akut mani teşhisi koyuldu.

Kardeşi Theo, onun yanına ziyarete geliyordu. Fakat Van Gogh, ilk zamanlarda sadece Gauguin’i görmek istemişti. Bunun üzerine Gauguin, olayı soruşturan polise “onun beni görmesi ölümüne sebep olabilir” diyerek Arles’ten uzaklaştı. Vincent’ bir daha görmedi.

Bir süre hastanede kalan ünlü ressamın evi, ona kızıl saçlı deli diyen kasaba halkının şikayetleri üzerine kapatıldı. Hastalık sürecinde kendisini tedavi eden Doktor Felix Rey’e ait bir odada yaşamına devam etti.

Burada birkaç ay kalan Vincent, kendi isteği üzerine akıl hastanesine yatmaya karar verdi. İki parmaklıklı hücresinin bir odasını atölye olarak kullanıp burada da eserlerini yaratamaya devam etti.

“Alpilles Önünde Zeytin Ağacı”, “Selviler 1889” ve “Gece Provence’da Köy Yolu” gibi eserlerini akıl hastanesinde yarattı. 1890 yılında ise akıl hastanesinden ayrıldı.

Bu kez kardeşi Theo ve amatör bir ressam ile aynı zamanda doktor olan Paul Gachet’in yakınlarında bir yere taşındı. Yaşamının son günlerine doğru “Dr. Gachet’in Portresi” adlı çalışmayı ve birkaçını daha sanata kazandırdı.

Ölümü

Onu hiçbir zaman memnun etmeyen hayatına son verme düşüncesiyle henüz 37 yaşındayken, kendini göğsünden vurarak intihar etti. Kendini vurduktan saatler sonra kalp atışı tamamen duran Van Gogh, 29 Temmuz 1890’da hayata veda etti.

Kardeşi Theo, onun son sözlerinin “kader sonsuza kadar sürecek” olduğunu dile getirdi. Dünyaca ünlü ressam, aynı yılın 30 Temmuz günü Auvers-sur-Oise’deki belediye mezarlığına defnedildi.

Van Gogh’un ölümünden 1 yıl kadar sonra kardeşi Theo da hayata gözlerini yumdu. 1914’te Utrecht’teki mezarından çıkarıldı ve ressam abisinin hemen yanına gömüldü.

Vincent van Gogh’un En Ünlü 7 Tablosu

Vincent van Gogh’un En Ünlü 7 Tablosu37 yıllık yaşamında çok sayıda başarılı yapıta imza atan Van Gogh, yüzyıllar sonra adından söz ettirmeyi başaran sayılı ressamlardandır. İçinde bulunduğu ruh halini başarılı bir şekilde eserlerine yansıtan ressamın en ünlü 5 tablosunu şöyle sıraladık:

Patates Yiyenler (The Potato Eaters)

Vincent van Gogh’un En Ünlü 5 TablosuÜnlü ressamın en ünlü tablolarından biri olan bu eser 1885 yılında Nuenen’de yapılmıştır. İlk önemli eseridir. Kasvetli ve iç karartıcı dönemleri simgeler.

Kahverengi ve koyu yeşil-siyahın hakim olduğu resimde, mutsuzluk, insanların adeta yüzünden okunuyor. Yoksulluk çeken insanların melankolik yaşamları anlatılmak istenmiş. Bu eseriyle Van Gogh, daha sonra ortaya çıkacak ekspresyonizm akımının öncüsü olmuştur.

Arles’teki Yatak Odası (Bedroom in Arles)

Vincent van Gogh’un En Ünlü 7 TablosuRessam tuval üzerine yağlı boya ile yaptığı bu tabloyu 1888 yılında sanat dünyasına kazandırmıştır. Günümüzde Amsterdam’da bulunan Van Gogh Müzesi’nde sergilenmektedir. Daha sonra iki versiyonu daha yapılmıştır.

Arles’te yaşadığı dairedeki kendi yatak odasını resmettiği bu eserinde, yine çok sevdiği sarı renge yer vermiştir. Ressam bu dönemlerde umut dolu olduğu için bu tablosunu rengarenk denilebilecek şekilde yaratmıştır.

Kafe Terasta Gece (Cafe Terrace at Night)

Vincent van Gogh’un En Ünlü 5 Tablosu1888 yılında tuval üzerine yağlı boya ile yapılan bu tablo, sanatçının en ünlü eserleri arasında gösterilir. “Ben genellikle gecenin gündüzden daha canlı ve daha zengin renklere sahip olduğunu düşünmüşümdür.” şeklinde konuşan Vincent, yıldızlı gecelere adeta başka bir ilgi duymuştur.

Parlayan yıldızlarıyla hafızamıza kazınan eser, mavi tonlarındaki gökyüzünü en sevdiği renk olan sarı yıldızlarla süslemiştir. Arles’te yapılan ve oradaki Cafe Terrace’ın görünümünü içermektedir. Cafe, günümüzde hala varlığını korumaktadır.

İrisler (Irises)

Vincent van Gogh’un En Ünlü 5 Tablosu1890’daki ölümünden önceki yıl Fransa’daki akıl hastanesinde yatarken yaptığı bir dizi resimden biridir. Bu eseri 1889’un Mayıs ayında akıl hastanesine yattığı hafta yapmaya başlamıştır. Ressam bu tablosundan, kendisini delirmekten koruduğunu hissettiğinden, “hastalığımın paratoneri” diye bahsetmiştir.

Yıldızlı Gece (Starry Night)

Vincent van Gogh’un En Ünlü 5 TablosuRessamın ismi geçtiğinde direk akıllarda canlanan bu eser, pek çok şiire ve romana konu olmuştur. Sanatçı tabloda, kendisine ait sanatoryumdaki odadaki pencereden Provence köyünün gece vakti görünüşünü resmetmiştir.

Akıl hastanesinde yattığı sıralar yaptığı bu eseri bazılarına göre uyumadığı gecelerde gökyüzünü incelerken, bazılarına göre ise sadece hayal gücünü kullanarak ortaya çıkarmıştır. Mavi ve sarının tonları hakimdir.

Kulağı Bandajlı Otoportre (Self-Portrait with Bandaged Ear)

Vincent van Gogh’un En Ünlü 7 Tablosu1889 yılının Ocak ayında yapılmıştır. Ressamın bu eseri yaşadığı ciddi psikolojik sorunların bir ürünüdür. Sıkıntılı bir zamanında ortaya koyduğu bu eser, yakın dostuyla yaşadığı tartışma sonucu sinir krizi geçirerek kulağını kesmesinin sonrasını resmeder. Ayrıca yalnızlığını ve umutsuzluğunu yüz ifadesine yansıttığı da görülür.

Buğday Tarlası ve Kargalar (Wheatfield with Crows)

Vincent van Gogh’un En Ünlü 5 TablosuSanatçının 1890 yılının Temmuz ayında yaptığı eseridir. Birçok kaynakta, bu tablonun ünlü ressamın ölmeden önceki son eseri olduğu söylenir. Fakat bu bilgi belirsizdir.

Son eseri olarak bilinmesinden dolayı, Buğday Tarlası ve Kargalar’ın içinde karanlık ve depresif öğeleri barındırdığı söz konusudur. Çoğu yoruma göre, fırtınanın habercisi karanlık gökyüzü ve kargalar Vincent’in son günlerinin ve hayattan vazgeçişinin doğrudan işaretleridir.

Salvador Dali Kimdir? Hayatı ve Eserleri
Salvador Dali Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Vincent van Gogh’un Sözleri

Vincent van Gogh’un SözleriBatı dünyasının en büyük sanatçılarından olan Vincent van Gogh hakkındaki çoğu bilgi, kardeşi Theo’ya yazdığı çok sayıda mektuptan elde edilmiştir. Hayat onun yüzünü hiç güldürmemiş ve o da içinde bulunduğu melankolik ruhu sözlerine yansıtmaktan çekinmemiştir. İşte ünlü ressama ait sözlerden bazıları:

Vincent van Gogh’un SözleriYaşamı boyunca hep zorluklarla karşılan ünlü ressam, akıl hastanesindeki zor günlerinde bile resim çalışmalarından vazgeçmemiş, zorluklar onu yıldıramamıştır. Çünkü ona göre gerçekten başarmak isteyenler tüm zorlukların farkındadırlar ama bu durmaları için bir sebep olamaz.

Vincent van Gogh’un SözleriKüçüklüğünden itibaren hep onunla olan melankolik hallerinde çoğu zaman kardeşi dışında kimseye derdinin anlatamamış, yalnızlık çekmiştir. Bu sözlerinde de hissettiklerinin kimse tarafından umursanmadığını dile getirmiştir.

Vincent van Gogh’un SözleriAzimli bir insan olan Vincent, çevresindekilerin ona deli gözüyle bakmasına rağmen çizmekten vazgeçmemiş, bugün tüm dünyanın tanıdığı bir ressam olmayı başarmıştır. “Sana hep yapamazsın diyenler olacaktır. Onları sustur ve yoluna devam et.”

Vincent van Gogh’un SözleriAşk hayatı da istediği gibi gitmeyen Van Gogh, biri kuzeni olmak üzere üç kez aşık olmuş ama hep engellerle karşılaşmıştır. Aşık olmayı yeni keşifler gibi görüp farklı dünyalara açılmaya benzetmiştir.

Vincent van Gogh’un SözleriSevgiyi hemen her kapıyı açabilecek bir anahtar olarak gördüğü bu sözünde, sevginin gücünden bahsetmiştir. Kim bilir? Ünlü ressam belki de hayatı boyunca eksikliğini hissettiği sevgiyi yeteri kadar görebilseydi çok daha iyi işler başaracaktı…

Türkan Şoray Kimdir? Hayatı ve Filmleri

$
0
0

Türkan Şoray, halkın içinden gelip zorluklar içinde büyümüş olması, filmlerinde tipik Türk kadınını yansıtması, yaptığı her rolün sonuna kadar hakkını vermesi ve kusursuz oyunculuk yeteneğiyle hafızalara kazınmıştır. Sinemada kendisine bambaşka bir dünya oluşturmuş ve birçok kadın oyuncuya ilham olmuştur.

İri gözleri ve uzun kirpikleriyle yarattığı anlamlı bakışlarla sadece bir dönemin değil, sonraki nesillerin de konuştuğu bu isim, en beğenilen kadın oyuncular arasında yer almıştır. Unutulmaz rol arkadaşı Kadir İnanır’la aynı sahneyi paylaşmaktan keyif aldığını her fırsatta dile getirmiştir.

Oya Aydoğan Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi
Oya Aydoğan Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Türk sinema tarihine damga vuran Şoray, dünyanın en çok başrolde oynayan oyuncusu olarak tarihe geçmiş, 200’ün üzerinde filmde yer almıştır. Aşağıda Türkan Şoray’ın hayatını, sinema kariyerine dair detaylı bilgileri ve bazı ünlü filmlerini bulacaksınız.

Türkan Şoray Kimdir?

Türkan Şoray Kimdir?Türk oyuncu, senarist ve yönetmendir. Bir dönem yazarlık ve şarkıcılık da yapmıştır. “Sultan” lakabı Türk sinemasında kendisinin anıldığı isimdir. Figen Şoray ile şarkıcı ve kendisi gibi sinema oyuncusu Nazan Şoray’ın ablasıdır.

28 Haziran 1945 tarihinde Eyüp, İstanbul’da doğdu. Devlet demir yollarında memur Halit Şoray ve ev hanımı olan Meliha Hanım’ın ilk çocuklarıydı.

Çok sayıda sinema filminde yer almış, Yeşilçam’ın unutulmaz filmlerinde çok kez başrol oyunculuğu yapmıştır. Hayatı boyunca 222 filmde rol almıştır.

Ailesi Türkan doğduğu sıralarda maddi sıkıntılar çekiyordu. Okul hayatına Rami Taş Mektebi’nde başladı. Fakat sürekli başka mahalleye taşındıklarından, 1956 yılında Feriköy İlkokulu’nda öğrenimini tamamladı.

Türkan Şoray’ın Hayatı

Türkan Şoray’ın HayatıTürkan’ın anne ve babası 1954 yılında boşandı. Çocuklar anneye verildi ve Karagümrük’e taşındılar. Fatih Kız Lisesi’nde lise eğitimini aldı. Küçük yaşta babasını kaybetti.

Burada oturdukları evin sahibinin Emel Yıldız (hayvan hakları konusundaki hassasiyeti nedeniyle Panter Emel olarak da bilinir) adındaki kızları, Türkan’ın genç yaşta Yeşilçam’a adım atmasını sağladı. Bu dönemlerde henüz 15 yaşındaydı.

Emel Yıldız, o sıra “Köyde Bir Kız Sevdim” adlı filmin başrolünde oynayacaktı. Onunla birlikte filmin setine Türkan Şoray da gitti.

Türker İnanoğlu, kenarda oturup çekimleri seyreden Türkan Şoray’ı fark etti. Başrol için Türkan’ın daha uygun olduğuna karar verdi. Böylelikle Şoray’ın sinema yıldızı olmasındaki ilk adım gerçekleşti. Annesi, onun sinema sektörüne girişini hep destekledi.

İlk filminin ardından sürekli yeni teklifler almaya başlayan Şoray, oynadığı filmlerle özellikle magazin basınının dikkatini çekti. İlk kez, 1961 yılında dönemin ünlü haftalık popüler dergilerinden “Sinema Dergisi”ne kapak oldu.

Güzelliğiyle dikkat çeken Türkan, daha sonra Artist, Büyük Gazete ve Ses Dergileri’nin de kapaklarında yer aldı. Erkeklerden ilgi görüyor, artan seyirci sayısıyla rolüne motive oluyordu.

Sinemadaki Dönüm Noktası

Kararsızlıktan kadınlığa adım atışıyla gerek Yeşilçam çevrelerinde gerek izleyiciler üzerinde güçlü bir etki yarattı. “Acı Hayat” adlı sinema filmi onun sanat yaşamında bir dönüm noktası oldu. Bu filmde dönemin en ünlü aktörlerinden Ayhan Işık ile başrolü paylaştı.

Acı Hayat’taki rolü diğerlerinden daha farklıydı. Daha tutarlı bir karaktere hayat veren Türkan, tip olarak da gerçeğe daha yakındı. Ayrıca bu film, o güne kadar yapılmış en iyi aşk filmiydi.

1963 yılında çevirdiği bu film ona 1964’te 1. Antalya Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü getirdi. Ayrıca Acı Hayat, sinema yazarları tarafından “yılın filmi” seçildi.

Türk Sinemasının Sultanı Oluşu

Artık izleyicide oluşan Türkan Şoray imgesi, onu her filmin aranan yüzü haline getirmişti. Senaryo yazarları içinde Türkan’ın bulunduğu öyküler yazıyor, yönetmenler filmlerini onun üzerine kurabiliyordu.

Şoray’ın annesinin arkadaşı olan Rüçhan Adlı, Türkan Şoray’ın hayatında önemli bir role sahip oldu. Onu koruyup kollamış, hep konuşulan bir isim olmasında büyük rol oynamıştı.

Şoray ve Galatasaray eski başkanı Rüçhan Adlı, 1962 yılının Eylül ayında bir film setinde tanıştı. Rüçhan, Türkan’dan tam 23 yaş büyüktü.

Çocukluğunu baba sevgisi ve şefkatinden yoksun geçiren Türkan, ihtiyaç duyduğu sevgi ve şefkati Adlı’da buldu. Böylelikle 20 yılını aralıksız onunla geçirdi.

Şoray’ın “Sultan” olarak anılmasında ve sinemada saygıdeğer bir isim olmasında Rüçhan’ın büyük payı vardı. Şoray’a yolladığı çiçek buketlerine iliştirdiği kartlarda ona hep “Sultanım” diye hitap etti.

Rüçhan’ın Şoray’a hitap şekli bir zaman sonra dergi ve gazetelerde yayınlandı ve basına haber olarak düştü. Böylece Türkan artık Türk sinemasının ve Türk halkının sultanı olmuştu.

Rüçhan Adlı’nın Türkan’ın hayatındaki önemli yeri ve olumlu etkisi, ikilinin 1963 yılında birlikte yaşamaya başlamasıyla sıradan olmaktan çıktı. Aralarındaki bağ güçlenmişti.

Şoray Kanunları

1966 yılının sonlarına doğru, art arda bir dizi Şoray filmleri çekildi. Ancak bu filmler hep benzer konuları ele almaktaydı. Çekilen filmler aynı haftalarda Beyoğlu Sineması’nda vizyona girince durum bir süre için Türkan’ın aleyhine gelişti.

Yapımcılar tarafından bir süre kara listeye alınan Türkan, bu durumdan kurtulmak için “Şoray Kanunları”nı oluşturdu ve bildirdi. Bu kanuna göre Şoray, senaryoyu beğenmek zorundaydı.

Beğenmediği takdirde kendisine yeni bir senaryo getirilecek, oynayıp oynamamaya kendisi karar verecekti. Ağır şartlar içeren bu kanunlar 1967 yılında yazılı bir metine çevrildi.

Ardından Türkan Şoray’ın ünü ve gişe geliri zirveye çıktı. Hiçbir firma, yönetmen ve oyuncu ona karşı çıkamıyordu. Türkan’la sözleşme yapmak için rekabete girmeye başladılar.

Bu kanunlar sayesinde Rüçhan Adlı, Şoray’ın Yeşilçam’daki imajını yeniden koruma altına aldı. 1960’lı yıllarda Fatma Girik, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve Türkan Şoray Yeşilçam’ın dört büyük kadın oyuncusuydu. Türkan Şoray ise bu isimlerin arasında yönetmenlik de yapmış olan tek oyuncuydu.

1970’li Yıllar

1970’li yılların başında da sinemada yıldızı parlayan Türkan Şoray, “Sultan Gelin”, “Cemo” ve “Memo” gibi filmlerde başarılı oldu. Fakat ilginçtir ki, bazı filmlerinde başarılı olamadı.

1972 yılında rol aldığı film sayısını azaltmaya başladı. Cemo filminin çekimleri esnasında attan düşerek felç geçirme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

“Dönüş” adlı film onun ilk yönetmenlik deneyimi oldu. Yönetmenlik konusunda çevreden tepki toplasa da Yılmaz Güney’den aldığı tebrik mesajı Şoray’ın özgüvenini yerine getirdi.

Beklenenin aksi gerçekleşti ve film başarıyı yakaladı. Hatta Dönüş, 1973 yılında Moskova Film Festivali’nde özel bir ödül aldı. Aynı yıl kendi adına bir ilkokul yaptırarak eğitime katkıda bulundu.

Şoray’ın ikinci yönetmenlik deneyimi olan “Azap” adlı film ise başarılı olamadı. Bunun üzerine ünlü oyuncu daha kişilikli filmlere yönelmeye karar verdi.

1976 yılında yönetmenlik yaptığı üçüncü film olan “Bodrum Hakimi”ni çekti. Kendisi başrolde yer aldı.

1977 yılında kendisinin belki de en çok ses getiren ve büyük beğeni toplayan filmi Selvi Boylum Al Yazmalım’da oynadı. Burada Kadir İnanır’la başroldeydi. Bu unutulmaz aşk filmindeki rolü ona En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü getirdi.

1980’li Yıllar

Türk sinemasının sultanı 1980 yılında hiç film yapmadı. 1981’de son yönetmenliğini yaptığı “Yılanı Öldürseler” filmiyle yeniden beyaz perdeye döndü.

Bu dönemler halk sinemaya gitmeye ara vermişti. Yeşilçam filmleri çok ilgi görmüyordu. Kadın dünyasını ele alan filmler çıkmaya başlamıştı.

Ardından Şoray Kanunları yıkıldı ve Türkan, “Mine” adlı filmle kadın filmlerinin öncüsü oldu. 1983’te Rüçhan Adlı’yı eşinden boşanmaması nedeniyle terk etti.

Fakat 1995 yılının Ağustos ayında rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan Adlı’yı son anlarına kadar yalnız bırakmadı. Hayatında önemli rolü olan bu ismin kaybı, onu derinden etkiledi.

Evliliği

Adlı’yla uzun yıllar süren birlikteliğini sonlandıran ünlü oyuncu, tiyatro ve sinema oyuncusu Cihan Ünal ile evlendi. Bu evlilikten Yağmur adında bir kız çocukları oldu.

Birkaç filmde eşi Cihan ile birlikte rol aldı. Fakat bu filmler başarılı olamadı. Dört yıl süren evlilikleri 1987 yılında boşanmayla son buldu. 1990’lı yıllarda sadece birkaç filmde rol aldı.

İlk Televizyon Programı

Türkan Şoray sinemada ses getiren sanatçılardan biri olarak ilk televizyon programı olan “Sinema Benim Aşkım”ı sunmaya başladı. NTV’de yayınlanan bu programda konuklarıyla birlikte kendi sinema kariyeri konuşuluyordu.

Şoray, programa sinema oyuncularını davet ediyor ve sinemadaki sürecini anlatıyordu. Bu programla da uzun süre gündemde kaldı.

2000’li Yıllar

2000 yılında usta oyuncu Şener Şen’le birlikte rol aldığı “İkinci Bahar” adlı televizyon dizisiyle çok büyük bir başarıya imza attı. 2002’de ise “Tatlı Hayat” adlı dizide Haluk Bilginer ile rol alarak sanat hayatına devam etti.

2004 yılında rol aldığı “Mürüvvetsiz Mürüvvet” adlı proje, rol aldığı son sinema filmi oldu. 2012 yılında sinema kariyerini anlattığı “Sinemam ve Ben” adlı kitabını yayımladı. Yine aynı yıl “Bir Zamanlar Osmanlı” adlı diziyle ekranlarda göründü.

Aldığı Ödüller

Türk sinemasının Sultan’ı Türkan Şoray, hayatını adeta sinemaya adamıştır. Yakaladığı başarılarda pek çok ödülün sahibi olarak adını efsane isimler arasına yazdırmıştır. Yeşilçam’ın en güzel resim veren oyuncusu Şoray’ın aldığı ödüllerden bazıları şunlardır:

  • Acı Hayat (1964), Vesikalı Yarim (1968), Hayallerim Aşkım ve Sen (1987) adlı filmlerde üç sefer Altın Portakal En İyi Kadın Oyuncu Ödülü
  • Mahpus adlı filmiyle,  1973 Altın Koza En Başarılı Kadın Oyuncu Ödülü
  • Selvi Boylum Al Yazmalım adlı filmiyle, 1978 yılında Taşkent Film Şenliği Uluslararası Aytmatov Kulübü Geleneksel Ödülü
  • 1990 yılında İzmir Film Festivali Altın Artemis Onur Ödülü
  • 1992 yılında Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu adlı filmle, Bastia Akdeniz Sinemaları Festivali En İyi Kadın Oyuncu Ödülü
  • 1994 yılında Ankara Film Festivali Emek Ödülü
  • Yine 1994 yılında Bir Aşk Uğruna adlı filmle, 31. Antalya Film Festivali En İyi Kadın Oyuncu Ödülü
  • 1996 yılında 15. Uluslararası İstanbul Film festivali Sinema Onur Ödülü
  • 1999 yılında Roma Film Festivali Büyük Ödülü
  • Uçan Süpürge Kadın Film Festivali Kadın Yönetmen Ödülü
  • 2000 yılında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Zirvedekiler Ödülü
  • Antalya Altın Portakal Film Festivali En İyi Kadın Oyuncu Ödülü
  • İkinci Bahar adlı diziyle, 2001 yılında Sakıp Sabancı Türk Kalp Vakfı ‘İyi Kalp Ödülü’
  • 2001 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yılın Başarılı İletişimcisi Ödülü
  • Yine İkinci Bahar dizisiyle Akademi İstanbul ‘un Yılın En Başarılı Sanatçısı Ödülü’ne 2001 yılında layık görülmüştür.

Türkan Şoray’ın Filmleri

Türkan Şoray’ın FilmleriSinemada yüksek bir imaja sahip olan Türkan Şoray, en beğenilen oyuncular arasında yer aldı. Muhteşem oyunculuk yeteneğinin yanı sıra güzelliğiyle de ön planda olan ünlü oyuncu sinemada güzel, kırılgan, utangaç ama ulaşılmaz kadın profillerine can verdi.

Hayatı boyunca 200’ün üzerinde rol alan Şoray’ın ne yazık ki tüm filmlerini ele almamız mümkün olmadı. İşte sinemanın parlayan yıldızı Şoray’ın en ünlü beş filmi:

Acı Hayat

Türkan Şoray’ın Filmleri1962 yapımı bu filmin yönetmeni Metin Erksan’dır. Bir aşk öyküsünü konu alan bu film, Türk sinemasının önemli başyapıtları arasında yer alır.

Başrollerde Türkan Şoray ve Ayhan Işık yer alır. Şoray’ın Nermin karakterine hayat verdiği filmde Nermin ve Mehmet’in hikayesi anlatılır. Mehmet’le evlilik hayalleri kuran Nermin’in Ender adında zengin bir adamla tanışmasıyla aklı karışır.

Yoksulluktan bıkınca Ender’in evlilik teklifini kabul eder fakat Ender’in ailesi buna karşı çıkar. Bunun üzerine Mehmet’e geri dönmek istemesiyle büyük bir intikam planıyla karşılaşacaktır.

Vesikalı Yarim

Türkan Şoray’ın Filmleri1968 yılında gösterime giren bu filmin yönetmenliğini Ömer Lütfi Akad üstlenmiştir. Türk sinemasının önemli klasikleri arasında yer alır.

Başrollerde Türkan Şoray ve İzzet Günay rol almıştır. Filmde, manav Halil ve pavyon sanatçısı Sabiha’nın aşkı anlatılır.

Evli ve çocuklu olan Halil, arkadaşlarıyla gittiği pavyonda Sabiha’ya aşık olur. Bir zaman sonra Halil’in evli olduğunu öğrenen kadının kendini ondan soğutmaktan başka çaresi yoktur.

Kara Gözlüm

Türkan Şoray’ın Filmleri1970 yılında gösterime giren bu filmin yönetmenliğini Atıf Yılmaz üstlenmiştir. Romantik-dramatik türdedir. Başrollerde Türkan Şoray ve Kadir İnanır yer alır. Filmde Şoray, Azize karakterini canlandırır.

Bir kasabada balıkçılık yaparak dedesiyle yaşayan Azize’nin güzel sesi bir gazino patronu tarafından fark edilir ve şarkıcı olmayı kabul etmesiyle tüm hayatı değişir.

Kendisine aşık olan Kenan’ı aramaya başlar çünkü bilmeden Kenan’ın bestelerini söylüyor, kimliğini bilmiyordur. Film bu macera etrafında döner.

Sultan Gelin

Türkan Şoray’ın Filmleri1973 yılında gösterime giren bu filmin yönetmenliğini Halit Refiğ yapmıştır. Cahit Atay’ın aynı adlı oyunundan beyaz perdeye uyarlanmıştır. Dram türündedir.

Sultan, en fazla parayı veren zengin bir köylü oğlu Osman’la evlendirilir. Kalp hastası olan Osman, Sultan’a kocalık yapamaz.

Oğullarını kaybeden aile, sırf başlık paraları boşa gitmesin diye Sultan’ı en yaralayıcı törelerden biriyle evde tutmaya çalışır. Henüz yeni yürümeye başlayan oğullarıyla Sultan’ı zorla evlendirirler.

Mine

Türkan Şoray’ın FilmleriOcak 1983 yapımı bu filmin yönetmenliğini Atıf Yılmaz yapmıştır. Necati Cumalı’nın aynı adlı oyunundan beyaz perdeye uyarlanmıştır. Mine karakterine Türkan Şoray hayat verir.

Ayşen Gruda Kimdir? Hayatı ve Filmleri
Ayşen Gruda Kimdir? Hayatı ve Filmleri

Mutsuz evliliğini sürdürmeye çalışan Mine’nin bir yazarla yaşadığı aşk anlatılır. Mine’nin kocası Cemil oldukça ilgisizdir ve eşini mutlu edemez. Kasabada Mine’ye ilgi duyan erkek sayısı fazladır ve hakkında dedikodular çıkar.

Mine’nin tek yakın arkadaşı lisede edebiyat öğretmeni olan Perihan’dır. Perihan’ın yazar abisi kasabaya gelir ve Mine ile yakınlaşır. Fakat bu yakınlaşma çok zorlu yollardan geçecektir.

Adile Naşit Kimdir? Hayatı ve Filmleri

$
0
0

Adile Naşit, Türk sinemasının gelmiş geçmiş en ünlü kadın oyuncularından biridir. 1.49 cm’lik boyuyla sempatik tavırlar sergilediği sanat hayatında çok sayıda projede bulunmuştur. Yaşadığı evlat acısıyla annelik adeta onun eteklerinden dökülür.

Unutulmaz rol arkadaşı Kemal Sunal, Münir Özkul ve Ayşen Gruda gibi isimlerle çok kez birlikte çalışmıştır. 1978 yılında Uluslararası Sanat Gösterileri’nin tiyatro ve müzikallerinde yer almıştır. Yeşilçam’ın unutulmaz yüzlerinden biridir. Tiyatro ve sinemaya katkılarıyla çok değerli bir sanatçıdır.

Türkan Şoray Kimdir? Hayatı ve Filmleri
Türkan Şoray Kimdir? Hayatı ve Filmleri

Tüm rollerinde eksik etmediği samimiyeti, neşesi ve tükenmeyen hayat enerjisiyle hep içimizden biri olmuştur. Naşit; Hababam Sınıfı’nın Hafize Ana’sı, Neşeli Günler’in çılgın turşucu Saadet Hanım’ı ve bir dönem çocuklarının Masalcı Teyzesi’dir. Aşağıda bu efsanevi ismin hayatına dair detayları bulabilirsiniz.

Adile Naşit Kimdir?

Adile Naşit Kimdir?Adile Naşit veya asıl adıyla Adela Özcan, Türk sinemasının unutulmaz oyuncularından biridir. Aynı zamanda tiyatrocu ve televizyon sunucusudur.

17 Haziran 1930 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Annesinin tiyatro oyuncusu Amelya Hanım, komedyen babasının ise Komik-i Şehir Naşit (Naşit Özcan) olduğu bilinir.

Adile Naşit doğduğunda anne ve babası ona Adela Özcan adını verdi. Adile’nin annesi, anne tarafından Ermeni, baba tarafından Rum kökenliydi.

Adile Naşit’in Hayatı

Adile Naşit’in HayatıÜnlü sinema oyuncusu Adile, hayatını adadığı mesleğini doğuştan seçmiş sayılırdı. Çünkü çocukluğunu sanatla dolu bir ailede geçirmişti.

Aile üyeleri sanatla ilgilenen Adile’nin dedesi Kemani Yorgo Efendi, anneannesi de o dönemin en ünlü kantocularından Küçük Verjin’di. Adile’nin Selim adındaki abisi de tiyatro oyunculuğu yapıyordu.

Sanatla iç içe olan Adile’nin yıllar sonra hayatını birleştireceği Ziya Keskiner de bir tiyatro sanatçısıydı. Çocukluğunu ailesiyle bir arada geçiren Adile, huzur içinde büyüdü.

Fakat eğitim hayatını henüz 14 yaşında bitirecekti. Onun acıyla tanışması gencecik bir kızken babasının ölümüyle oldu. Babası vefat eden Adile okulu bırakmak zorunda kaldı ve buruk bir hayat yaşamaya başladı.

Okulu bıraktıktan sonra Kasımpaşa’da bayrak üreten bir tekstil firmasında çalışmaya başladı. Kardeşi Selim ise Dolapdere’de bir kaportacının yanına çırak olarak girdi.

Anneleri Amelya Hanım ise meze yapıp meyhanelere satıyordu. Ancak Adile’nin ve Selim’in aklı tiyatrodaydı.

Tiyatro Dünyasına Girişi

İstanbul Şehir Tiyatroları Çocuk Tiyatrosu’na girdi. Komedyen babasının izinden giderek o da izleyicileri güldürecekti.

“Her Şeyden Biraz” adlı oyun ile Halide Pişkin Tiyatro Grubu sayesinde sahnelerle tanıştı. Babasından aldı muhteşem yeteneğiyle enerjisini harmanladı, büyük beğeni aldı.

Bu ilk adımı, onun güler yüzüyle anılacak bir isim olacağının ilk sinyalleriydi. Fakat tasdik için zamanın da onayı gerekiyordu.

Tiyatroda Uzmanlaşması

Oynadığı ilk oyunla başarıyı yakalayan Adile, İstanbul turnesine çıktı. Ardından Muammer Karaca Tiyatrosu’na girdi.

Oyunculuk yeteneği bir yana, utangaç ve mütevazi bir kişiliği vardı. Bu yönüyle çok seviliyordu.

1948 yılında, 18 yaşındaki Adile, Aziz Basmacı ve Vahi Öz ile birlikte bir tiyatro grubu kurdu. Grup birlikte turnelere çıkmaya başladı.

3 yıl devam eden bu birliktelikle Adile iyice ustalaşmış ve tiyatro alanında ün kazanmıştı. 1954 yılında Muammer Karaca Tiyatrosu’na döndü. 1960’a kadar burada kalacaktı.

Sinema Dünyasına Adım Atması

Tiyatro sahnelerindeki oyunculuk başarısı, onun sinemaya da adım atmasını kaçınılmaz kılıyordu. 1947 yılında Seyfi Havaeri’nin yönettiği “Yara” adlı filmle sinemaya giriş yaptı.

Bu ilk adımından sonra 1948 yılında Adile, dönüm noktasını yaşayacaktı. “Lüküs Hayat” ile kendisine has gülüşü, verdiği neşe ve yarattığı karakterle çok beğenilmişti.

Artık Türkiye’nin sevgilisi Adile Naşit olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Büyük ilgi görmüştü.

Evliliği

Kendisi gibi tiyatro sanatçısı olan Ziya Keskiner ile büyük aşk yaşayan Adile, 1950 yılında onunla hayatını birleştirdi. Ziya Bey kendisinden 20 yaş büyüktü. Çift birbirini seviyordu ve mutlulardı.

1952 yılında oğulları Ahmet’i kucaklarına almalarıyla mutlulukları arttı. Ahmet’in sağ yanağında karakteristik bir beni vardı.

Adile’nin Oğlu Ahmet

Ahmet okul çağına geldiğinde mutluluklarının üzerine düşen gölge, çocuk ikinci sınıftayken gerçekleşti. Ahmet rahatsızlanması sonucu hastaneye kaldırılmış ve aile Ahmet’in kalbinin doğuştan delik olduğunu öğrenmişti.

Uzun yıllar okula gidemeyen Ahmet zorluklarla ortaokul çağına geldi. Ortaokul bitirme sınavları sırasında kalbindeki rahatsızlık arttı ve ameliyat olması gerekti.

Fakat o zamanların şartlarına göre ameliyat Amerika’da yapılıyordu. Adile’nin ve Ziya’nin masrafları karşılayacak maddi imkanı yoktu.

Sanat camiasında çok sevilen Adile’nin sanatçı dostları duruma müdahale etti. O dönemde gereken miktar 100 bindi. Sanat dünyası, tiyatrolar, gazeteler bunu konuşuyordu.

İstanbul Tiyatroları bir gecelik gelirini aileye bağışladı. Buna ek olarak “Gece Yarısı Tiyatrosu” düzenlendi.

O dönemin ünlü gazeteleri de paranın kalanını toparlamak amacıyla kampanyalar başlattı. Ve ameliyat için yeterli para artık hazırdı.

Oğlunun Ölümü

Ahmet’in ameliyatı iyi geçmişti, iyileşmesi beklenirken bir gün beklenmeyen bir talihsizlik gelişti. Komaya giren Ahmet’in anne ve babası büyük üzüntü içindeydi.

16 Haziran 1966’da Adile’nin biricik oğlu hayata gözlerini yumdu. Girdiği komadan çıkamadı. Üstelik ertesi gün annesi Adile’nin doğum günüydü.

Adile Naşit, oğlu Ahmet’in ölüm haberini İzmir’de bir oyunundan önce aldı. Üzüntüyle kahrolan büyük sanatçı, gözyaşlarını içine akıtarak seyirci karşısına çıktı.

Hayatının belki de en büyük acısını yaşarken her zamanki neşeli halleri ve şen kahkahasını eksik etmedi. O üzüntüsüne rağmen seyircisini güldürmeyi başardı.

Mesleğine duyduğu aşkı en iyi kanıtladığı günlerden biri olan oğlunun ölüm günü, tüm hayatının değişeceği gündü. İçten gülüşlerinin ardında oğlunun hasretinin ve yasının ilk günkü tazeliğini gizliyordu.

Oyunun bitiminde İzmir’den İstanbul’a dönen Adile, perişan durumdaydı. Artık hayatında oğlu yoktu. Bir daha asla uçağa binmeyecek ve doğum gününü kutlamayacaktı.

Tiyatroya, sinemaya ve çocuklara hayatını adadı. Çocuklara duyduğu aşırı sevgi belki de oğlunun özlemindendi.

Tiyatro Hayatının Devamı

1961 yılında eşi Ziya ve abisi Selim ile birlikte Naşit Tiyatrosu’nu kurmuşlardı. Fakat bu tiyatro sadece 2 yıl ayakta kalabildi.

Adile, 1963 yılında Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü Tiyatrosu’na katıldı. 1975’e kadar uzun bir süre burada kaldı.

Başarı gösterdiği tiyatro oyunlarının yanında müzikallerde de yer alıyordu. Hisseli Harikalar Kumpanyası, Şen Sazın Bülbülleri, Neşe-i Muhabbet ile fazlaca beğeni toplamıştı.

70’li Yılları

Adile Naşit, çok önceden sinemaya giriş yapmış olsa da 1970 yılından sonra sinema filmlerinde daha çok görülmeye başladı.  Bu yıllarda dönemin unutulmaz sanatçıları Kemal Sunal, Tarık Akan, Ayşen Gruda ve Münir Özkul ile çalıştı.

Daha fazla ün kazanıyordu. Özellikle 1974-1975 yıllarında arka arkaya rol aldığı Salak Milyoner, Mavi Boncuk, Ah Nerede, Delisin ve Bizim Aile filmleriyle akıllara kazındı.

1976’da “İşte Hayat” adlı filmde rol aldı. Bu filmdeki başarısı ona Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü getirdi.

Ertem Eğilmez’in yönetmenliğinde, Rıfat Ilgaz’ın unutulmaz eseri Hababam Sınıfı’ndan uyarlanan seride Hafize Ana karakteri onu adeta efsane bir isim yaptı. Ertem Eğilmez ve Kartal Tibet birlikte en çok iş yaptığı iki ünlü yönetmendi.

Unutulmaz rol arkadaşı Münir Özkul ile başrolleri paylaştığı filmlerinde anne karakteri onu daha da ünlü yaptı. Annelik zaten kanayan yarasıydı, o yaranın kabuk bağlamasına hiç izin vermedi.

Annelik içgüdüsü ve evlat acısıyla mesleğini bütünleştirdi. Çocukları çok seviyordu.

Masalcı Teyze Oluşu

1980 yılında TRT Ankara Televizyonu prodüktörlerinden İlhan Şengün, ünlü oyuncuya “Uykudan Önce” adlı televizyon programını teklif etti. Dönemin çocuklarına televizyon ekranlarından masallar okuyacaktı.

Çocuk sevgisini böylelikle bir kez daha gözler önüne seren Adile, ölen oğlunun fotoğrafına bakarak okuduğu masalları artık kuzucuklarına okuyacaktı. Program, bir dönem onun masallarıyla büyüyen çocuklar tarafından çok beğenildi.

1983 yılında da “Adile Teyze” adlı filmde rol aldı. Sevecen anne rolünde oğlunu kaybetmesinin etkisi büyüktü.

Yılın Annesi Seçilmesi

Rol aldığı tiyatro oyunları ve sinema filmlerinde “anne” karakteri onunla artık özdeşleşmişti. Kendine has çoğu özelliğini tüm gerçekliğiyle izleyiciye yansıtmayı başarıyordu.

Türk sinemasının en unutulmaz isimleri arasında yerini koruyan Naşit, hayran kitlesinin arasına annelik yaptığı kuzucuklarını da katmıştı. Bu sevgi ve yoğun ilgi onun 1985 yılında “Yılın Annesi” seçilmesini beraberinde getirdi. Hayatının en özel ödülünü almıştı.

Eşinin Ölümü ve İkinci Evliliği

Sevdiklerini birer birer kaybeden usta oyuncu, 1982 yılının Temmuz ayında çok sevdiği eşi Ziya Keskiner’i sonsuzluğa uğurladı. Onun ölümü de Adile’yi derinden üzmüştü.

Eşi Ziya’nın vefatının ardından 16 Eylül 1983 tarihinde Cemal İnce ile gizlice ikinci evliliğini yaptı. Özel hayatının hep gizli kalmasını tercih etti.

Ölümü

Sempatik tavırlarıyla gönüllerde taht kuran Adile Naşit, bağırsak kanserine yakalandı. Kanserle mücadele ederken bile mesleğini ve çocukları hiç ihmal etmedi.

Fakat bünyesi kansere dayanamayarak 11 Aralık 1987 tarihinde hayata veda etti. 13 Aralık 1987’de Şişli Camii’nde cenaze töreni düzenlendi.

Karacaahmet Mezarlığı’na, eşi Ziya ile oğlu Ahmet’in yanına defnedildi. Ölümü sanat dünyasını yasa boğdu.

Özellikle sanat yaşamının ve iyi bir insan olmanın hakkını vermiş usta oyuncu, 57 yaşında aramızdan ayrılmıştı. Çok sevdiği oğlu ve eşine kavuştu.

Perihan Savaş Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi
Perihan Savaş Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Adile Naşit’in Filmleri

Adile Naşit’in FilmleriKendine özgü hal ve hareketleriyle gönüllerde taht kuran Adile Naşit 57 yıllık hayatına çok başarılı bir sinema kariyeri sığdırmıştır. Hayatı boyunca çok sayıda filmde oynayan ünlü oyuncunun tüm filmlerini burada açıklamamız ne yazık ki mümkün olmadı. İşte genellikle komedi filmlerinde rol alan efsanevi sanatçının bazı ünlü filmleri:

Ah Dede Vah Dede

Adile Naşit’in Filmleri1976 yapımı bu film Nuri Akıncı yönetmenliğindedir. Başrollerinde Adile Naşit ve Ali Sururi yer alır.

Adile Naşit Nuriye karakterine hayat verir. Filmde tekne sahibi iki aile büyüğü arasındaki gerilim ve gençlerin yaşadığı aşk anlatılır.

Kibar Feyzo

Adile Naşit’in FilmleriKasım 1978’de gösterime giren bu film Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğindedir. Başrollerde Kemal Sunal, Müjde Ar, Şener Şen ve Adile Naşit yer alır.

Filmde askerden dönen Feyzo’nun Gülo’ya talip olması anlatılır. Gülo’ya talipler fazla olunca babası başlık parasını artırır.

Başlık parasının yarısı borç olmak üzere Gülo, Feyzo’nun üstüne kalır. Feyzo borcunu ödemek için çalışmak zorunda kalacaktır.

Davaro

Adile Naşit’in Filmleri1981 yapımı bu filmin yönetmenliğini Kartal Tibet yapmıştır. Davaro ve Hıyarto aileleri arasındaki kan davası konu edilir.

Uzun yıllardır Almanya’da çalışan Memo, Cano ile evlenmek ister. Töreler gereği birtakım olaylar yaşanır.

Adile Teyze

Adile Naşit’in Filmleri1983 yılında gösterime giren bu film Alev Akakar yönetmenliğindedir. Birçok ünlü oyuncunun bir arada rol aldığı bu film, senaryosu gereği izleyicilerden beklenen beğeniyi toplayamamıştır.

Aile Pansiyonu

Adile Naşit’in Filmleri1987 yılında gösterime giren bu film Kartal Tibet yönetmenliğindedir. Başrollerde Adile Naşit, Ayşen Gruda, Münir Özkul ve Erol Günaydın yer alır.

Filmde Adile Ana ekonomik sorunlar yaşamaktadır. Bunun üzerine bütün mahalle bir araya gelerek eski bir köşkü pansiyon haline getirirler.


Frida Kahlo Kimdir? Hayatı, Eserleri ve Sözleri

$
0
0

Küçük yaşta başlayan hüzünleri hayatı boyunca peşini bırakmayan Frida Kahlo, sanatçı kimliğinin yanı sıra güçlü bir kadın oluşuyla da hayranlık uyandırmaktadır. Yaşadığı acılara bir perde çekerek kendisi daha iyi hissettirecek olan sanata yönelmiştir.

Farklı tarzdaki eserlerinin bir kısmı ona hayranlık duyan Madonna tarafından satın alınmıştır. 1926 yılında ilk otoportesi olan “Kadife Elbiseli Otoportre” onun sanat hayatının başlangıcı olmuş, devamında çok değerli eserler ortaya koymuştur.

Vincent van Gogh Kimdir? Hayatı, Eserleri ve Sözleri
Vincent van Gogh Kimdir? Hayatı, Eserleri ve Sözleri

Resimlerinde Meksika kültürünü ve devrimci ulusal kimliği başarıyla tuvale aktarmıştır. Çocukluğunda bir erkek çocuğu gibi giyinip o şekilde davranan Kahlo, hayatını mücadeleyle geçirmiş bir kadındır. Aşağıda onun hayat hikayesini ve sanatına dair detayları bulabilirsiniz.

Frida Kahlo Kimdir?

Frida Kahlo Kimdir?Tam adıyla Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon, Meksikalı ünlü bir ressamdır. Yine kendisi gibi bir ressam olan Diego Rivera’nın eşidir.

6 Temmuz 1907 tarihinde Meksika’nın güneyindeki Coyoacan’da dünyaya gelmiştir. Babası Macar Yahudisi bir fotoğrafçı olan Wilhelm Kahlo; annesi ise Kızılderili asıllı Matilde Calderon Gonzales’tir.

Kahlo, yirminci yüzyıl popüler kültür ikonu haline gelmiş bir isimdir. Yaptığı etkileyici resimlerin yanı sıra inişli çıkışlı özel yaşamı ve politik görüşleriyle de ün kazanmıştır.

Bir feminist ve devrimci olarak da bilinir. Zorlu ve acılı hayatına rağmen hiçbir zaman pes etmemiş, sanat dünyasına yaşamı boyunca 143 tablo kazandırmıştır.

Onun sanatı, sürrealist olarak tanımlanmıştır. Fakat kendisi bu tanımı reddetmiştir. Başarılı kadın ressamın ilginç hayat hikayesi acılarla doludur.

Frida Kahlo’nun Hayatı

Frida Kahlo’nun HayatıAnne ve babasının dört kızından üçüncüsü olarak dünyaya gelen Frida, asıl doğum tarihi olan 6 Temmuz 1907’yi, sonraki yıllar kendi isteğiyle 7 Temmuz 1910 olarak değiştirdi.

Frida doğduktan kısa süre sonra annesi rahatsızlandı ve ona süt veremedi. Bu dönemde onun için Kızılderili bir sütanne bulundu.

Bu durum herkesin başına gelen klasik bir sütanne konusu olabilirdi. Fakat Frida için hiçbir zaman sıradan olmadı. Eserlerinin birinde sütannesinin Meksikalı yönünü ortaya çıkaracaktı.

Kahlo’ya göre onun hayatı, modern Meksika’nın doğuşuyla başlamalıydı. Bu nedenle asıl doğum tarihini, doğduğu yer olan Meksika’nın devrim tarih günü olarak saydı.

Ünlü ressamın bu kararı üzerine birçok kaynakta 7 Temmuz 1910 tarihinde doğduğu bilgisi yer alır. Frida, ölmeden önce ün kazanan nadir ressamlardandır.

Coyoacan’da ailesiyle birlikte yaşadığı ev, sahip olduğu kobalt mavisi renkten dolayı o dönemler Mavi Ev olarak biliniyordu. Frida, hayatının büyük bir kısmını burada geçirecekti.

Frida Kahlo’nun Kızılderili asıllı annesi onun anlatımına göre nazik, zeki ve dinine oldukça bağlı bir kadındı. Babası ise kızı Frida’ya karşı her zaman sevgi dolu ve anlayışıydı.

Babası hastalık döneminde Frida’nın hep yanında olacaktı. Onun sağlığına kavuşması için elinden geleni yapacak kadar fedakar bir babaydı.

Çocukluğu

Frida, henüz 6 yaşındayken o dönemlerde birçok çocuğun ölümüne sebep olan çocuk felci hastalığı geçirdi. Fakat o, direnerek hastalığın pençesinden kurtuldu ama bir bacağı diğerine göre daha ince kalmıştı.

Geçirdiği çocuk felci sonucu ince kalan tek bacağı, ona “tahta bacak” lakaplarının takılmasına neden olmuştu. Arkadaşları arasında alay konusuydu.

İnce bacağını gizlemek amacıyla hayatı boyunca hep uzun etekler giydi. Fakat bu, onun dünyaca ünlü bir ressam olmasına tabii ki engel değildi.

Okul Yılları

Frida, bir erkek çocuğu gibi büyüdü. Genellikle erkek çocuklarıyla arkadaşlık ediyordu. Bacağındaki olumsuz durum onun savaşmak zorunda olduğu ilk engel oldu.

Fakat güçlü bir kişiliğe sahip Frida, yılmadı ve tıp eğitimi almaya karar verdi. Meksika’daki Ulusal Hazırlık Okulu’na girdi. Burası, dönemin en iyi okullarındandı.

Ayrıca Frida, buraya giren ilk kız öğrenci olarak bir ilke imza atmıştı. Bu okulda sanat, edebiyat ve felsefe gibi konularda gelişim gösterdi.

Alejandro Gomez Arias, Alfonso Villa ve Jose Gomez Robleda gibi Meksika’nın gelecekteki önemli isimleri o dönemler Frida’nın okul arkadaşlarıydı. Frida, o zamanlar hayatının dönüm noktasına doğru yaklaştığından bihaberdi.

Geçirdiği Trafik Kazası

17 Eylül 1925 günü, erkek arkadaşı Alejandro Gomez Arias ile okuldan dönen Frida’nın bindikleri otobüs bir tramvayla çarpıştı. Feci kazada çoğu insan hayatını kaybederken, Frida ağır yaralandı.

Vücudunda çok sayıda kırık vardı. Ayrıca karnından girip omurgalarından çıkan demir bir çubuk parçası ile hastaneye kaldırılmıştı.

Doktorlar Frida’nın yaşama şansının çok düşük olduğunu söyledi. Fakat Frida hayata tutundu. Kazadan tam bir ay sonra, 17 Ekim 1925 tarihinde hastaneden taburcu edildi.

Çok fazla acı çekiyor ve bunu dışarıya yansıtmıyordu. Bir süre yatmak durumunda kalacak ve ilaç ile korseler kullanacaktı.

Ünlü ressam, 32 kez ameliyat geçirdi. Tüm gününü yatakta geçirmek durumunda kalıyordu. Ailesi hem maddi hem de manevi anlamda zorlanıyordu.

Frida’ya çok değer veren babası, kızının tedavi masraflarını karşılayabilmek için evdeki değerli eşyalarını satışa çıkardı. Bu zor zamanlarında en büyük destekçisi babasıydı.

Wilhelm Kahlo, kızının yüzünü biraz olsun güldürebilmek için ona bir karyola yaptı. Ünlü ressam Frida, daha sonra bu karyolaya eserlerinde de yer verdi.

Resim Yapmaya Başlaması

Tedavi olduğu dönem boyunca yatağa mahkum olan Frida’nın annesi, kızının yatarken kendini görebilmesi için tavana bir ayna astı. Bu ayna, onun dünyaca ünlü bir ressam olması için atılmış bir adımdı.

Frida, bir zaman sonra çareyi resim yapmakta buldu. Yaşadığı acıları çizdiği resimlerle unutmaya çalışıyordu. İlk portresini, ilk aşkı olan Alejandro Gomez Arias’a hediye etti.

Gün geçtikte iyileşmeye başlayan Frida, yattığı süre boyunca resim yaptı. Tavanda bulunan ayna sayesinde birçok otoportre çizimi denedi.

Kazanın üzerinden geçen 2 yıldan sonra yürümeye başladı. Bu dönemlerde sanat ve politika alanında kendini gösteriyordu. Kısa bir süre sonra Meksika Komünist Partisi’ne üye oldu.

Davetlere gidiyor, siyasi tartışmalara katılıyordu. Fakat aynı yıl, ileride eşi olacak Rivera’nın partiden ihraç edilmesiyle buradaki üyeliğini sonlandırdı.

Evliliği

Bir yandan siyasetle uğraşan Frida, diğer yandan resim yapmaya devam ediyordu. O dönemin ünlü ressamı Diego Rivera ile tanışmak istiyordu. Çünkü onu yakından takip ediyor, onu örnek alıyordu.

Bir süre sonra, Meksikalı Michalangelo olarak da bilinen ünlü ressam ile Frida tanıştı. Çift birbirine aşık oldu ve tüm karşı çıkışlara rağmen 1929 yılının Ağustos ayında evlendi.

Bu evliliğe herkes gibi Frida’nın annesi de karşı çıkıyor, yanlış buluyordu. Annesi Matilde, onların birlikteliğini bir güvercin ve bir filinkine benzetiyordu. Fakat Frida, tüm bunları umursamadı.

Eşi Frida’dan tam 21 yaş büyüktü ve sadakatsizliği ile tanınıyordu. Ayrıca Frida’dan önce başından 2 evlilik geçmişti.

İki ressam karı kocanın ilişki durumu çalkantılıydı. Kocası zaman zaman başka kadınlarla görüşüyor, Frida’yı aldatıyordu.

Çift, bu evlilikten çocuk sahibi olamadı. Frida birkaç kez hamile kaldı fakat ilkinde bebeğini aldırdı. Birkaç sefer de düşük yaptı. Bu olaylardan çok etkilenince resimlerinde hep hayal ettiği oğluna yer verdi.

Tutkulu bir aşık olarak da bilinen Frida, eşi Rivera için; hayatı boyunca iki büyük kaza geçirdiğini, bunlardan birinin okul yıllarındaki trafik kazası, diğerinin Diego olduğunu dile getirmişti. Fakat eşi Diego onun için trafik kazasına göre çok daha yıkıcı olmuştu.

Diego ve Frida’nın zorlu evliliği 10 yıl sürdü. Sonrasında çift boşanma kararı aldı. Fakat 1 yıl sonra yeniden evlendiler ve Frida’nın çocukluğunun geçtiği eve yerleştiler.

Evlilikleri boyunca aldatılan taraf sadece Frida olmadı. Tıpkı Diego’nun yaptığı gibi o da kocasını aldattı. Çift, birbirlerini çok sevmesine rağmen başkalarıyla da ilişki yaşıyordu.

Bununla birlikte Kahlo, yine evli olduğu dönemlerde Amerikalı fotoğrafçı Nickolas Muray ile bir ilişki yaşadı. Muray, ünlü ressama tutkulu bir aşkla bağlandı.

Fakat bir zaman sonra Frida’nın eşinden kopamayacağını anlayan Muray, Frida ile yollarını ayırdı. Ünlü ressam Frida’nın ilişki yaşadığı bir diğer isim ise Lev Troçki idi.

Troçki, Rus devriminin önde gelen isimlerinden biriydi. Bir süre sonra karısının Frida ile olan ilişkisini öğrenmesi sonucu bu birliktelik de sona erdi.

Şöhretinin Yayılmaya Başlaması

Frida, Diego ile ikinci kez evlendiği sıralar sanatçı arkadaşı Andre Breton’un desteğiyle New York’ta bir sergi açtı. Açılan bu sergiyle ünü yayılmaya başladı.

Fakat bu dönemlerde sağlık sorunları da yaşamaya başladı. Sık sık rahatsızlanıyordu. Güçsüzleşen vücudunda kalan tüm enerjiyi resim yapmaya harcıyordu.

Acılarını sanatla unutmaya çalışan Frida, hem kendi ülkesinde hem de Amerika ve Fransa’da sergiler açtı. 1943 yılında La Esmeralda adlı bir sanat okulunda akademisyenlik yaptı.

Sağlığının Kötüye Gitmesi

Yaşadığı ağır rahatsızlıklara rağmen 10 yıl boyunca sanat okulunda eğitim vermeye devam etti. Fakat sağlığı kötüye gitmeye başlayınca bir dönem evinde ders verdi.

Ondan eğitim alan öğrencileri de Los Fridos (Frida öğrencileri) olarak anıldı. Değerli ressam, 1950 yılında kötüleşerek hastaneye kaldırıldı.

Hastanedeki tedavisi 9 ay sürdü. Ardından 1953 yılında Meksika’da sergi açtı. Burası, ülkesindeki ilk kişisel sergisiydi.

Doktoru yataktan kalkmasını yasakladığı için Frida sergiye karyolada taşınarak götürüldü. Burayı açtığı yıl sağ bacağı kangren oldu ve kısa süre sonra bacağı kesildi.

Ölümü

Kahlo, 1957 yılında henüz 47 yaşındayken akciğer embolisi hastalığı nedeniyle hayata veda etti. Acılarla dolu hayatında verdiği son eser ise “Yaşasın Hayat” isimli natürmort tablosu oldu.

Ölümünden önce cesedinin yakılmasını isteyen dünyaca ünlü ressam buna gerekçe olarak, hayatı boyunca yatarak zaman geçirdiğini, bu nedenle daha fazla yatmak istemediğini söyledi. Onun bu isteği kırılmadı.

Ünlü ressamın cesedi ölümünden sonra yakıldı. Yakılmadan geriye kalan küller 1995 yılında eşi Rivera tarafından devlete bağışlanan Mavi Ev’de saklanmaktadır.

Frida Kahlo’nun Filmi

Birçok acıya karşı güçlükle ayakta kalan Frida Kahlo’nun yaşam öyküsü pek çok kişiye ders olacak niteliktedir. Ünlü ressamın ilginç hayatı 2002 yılında “Frida” ismiyle beyaz perdeye taşındı.

Hayden Herrera’nın Frida’nın hayat hikayesini kaleme aldığı kitaptan uyarlanan filmin yönetmenliğini Julie Taymor üstlendi. Salma Hayek ise filmde Frida’ya hayat verdi.

Frida Kahlo’nun En Ünlü 10 Eseri

Frida Kahlo’nun En Ünlü 10 Eseri47 yıllık ömrüne 143 eser sığdıran dünyaca ünlü ressam, otoportre tarzında fazlaca esere imza atmıştır. Çok sayıdaki eserinden 55 tanesi otoportredir.

Aşkını, acılarını, hislerini ve feminist ruhunu tablolarına başarılı bir şekilde yansıtmıştır. Kaza geçirmesiyle yatağa mahkum olan ve annesinin canı sıkılmasın diye tavana yerleştirdiği ayna, onun başarılı sanat hayatının adeta fitilini ateşlemiştir.

Onun resimlerindeki ustalık, dünyaca ünlü ressam Pablo Picasso’ya bile “Biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz.” dedirtmiştir. Çoğu eserinde eşi Diego’ya duyduğu büyük aşkı kalbinden döküldüğü gibi yansıtmıştır. İşte ünlü ressamın en ünlü eserlerinden bazıları:

Frida ve Diego Rivera

Frida Kahlo’nun En Ünlü 10 EseriOrijinal adı Frieda And Diego Rivera’dır. Başarılı ressamın 1931 yılına ait eseridir. “Senin çirkin olduğunu söyleyen annemden nefret ettim. Sana benim gibi bakamayan herkesten. Senin güzelliğini görememelerini anlayamadım hiç…” cümleleriyle eşine olan aşkını dile getiren Frida, bu ünlü eserinde büyük aşkı Diego ile düğün günlerini resmetmiştir.

Evliliklerinin portresi olan bu tabloda, Frida’nın yukarıdaki kuşun ağzındaki kurdeleye iliştirdiği bir not dikkat çeker. Bu notta; tabloda kendisinin ve eşinin yer aldığı ve tabloyu 1931 yılının Nisan ayında arkadaşları Albert Bender için yaptığı bilgisi yer alır.

Ayrıca San Francisco’da yapıldığını da belirtmiştir. Bu tablo günümüzde San Francisco Modern Sanat Müzesi’nde sergilenmektedir.

Henry Ford Hastanesi

Frida Kahlo’nun En Ünlü 10 EseriEserin orijinal adı Henry Ford Hospital’dır. Hamile olan Frida 4 Temmuz 1932’de bebeğini kaybeder. Bu eserinde Henry Ford Hastanesi’nde yaşadığı zor günleri anlatmıştır. Karnına bağlı altı farklı kurdele görülmektedir.

Bunlardan biri bebek, pembe renkli insan vücudu bebeğin ana rahmine düşmesi, eflatun orkide ise Diego’nun hastanedeyken ona getirdiği orkide anlamına gelir. Kemik benzeri figür ise onun hasar görmüş omurgasını tasvir eder.

Doğumum

Frida Kahlo’nun En Ünlü 10 EseriMy Birth, eserin orijinal adıdır. Frida’ya göre o, kendisini doğuran bir kişidir. Zorlu hayat şartlarına rağmen dünyaya geldiği ve mahkumu olduğu hayatı yaşamamıştır. O, küllerinden yeniden doğan biri olarak, geliştirdiği resim yeteneği ve şekillendirdiği kişiliği ile seçtiği hayatı sürdürmüştür.

1932 yılında resmettiği bu tabloda ana rahminde beliren ürkütücü büyüklükteki kafa dikkat çeker. Bu, şüphesiz Frida’nın kafasıdır. “Doğumum” adlı bu tablo günümüzde, büyük bir Frida Kahlo hayranı olan Madonna’nın kişisel koleksiyonunda yer almaktadır.

Leon Trotsky’ye Özel Portre

Frida Kahlo’nun En Ünlü 10 EseriSelf-Portrait Decidated to Leon Trotsky, eserin orijinal adıdır. 1937 yılında Meksika’da yaptığı bu tabloda Frida, kendisini zarif ve uzun bir etek ile saçaklı bir şal ile resmetmiştir. Saçları çiçeklerle süslenmiştir.

Burjuva kadın giysileriyle kendini tasvir ettiği bu resmi, Troçki’ye armağan etmiştir. Bir elinde çiçek, diğer elinde ise “Bu resmi 7 Kasım 1937’de bütün sevgimle Lev Troçki’ye adıyorum. Frida Kahlo, San Angel, Meksika” yazılı bir kağıt bulunur.

Maymunlu Otoportre

Frida Kahlo’nun En Ünlü 10 EseriSelf Portrait With Monkeys, eserin orijinal adıdır. Meksika mitolojisine göre maymun, sanatla birlikte şehveti de simgelerdi. Frida’nın çoğu eseri gibi otoportre tarzında yaptığı bu tablo, La Esmeralda adlı sanat okulunda akademisyenlik yaptığı sırada oluşturulmuştur.

1943 yılına ait bu tabloda göze çarpan maymunların Frida’nın öğrencilerini temsil ettiği söylenmektedir. Ünlü ressam saçındaki kep ile kendisiyle gurur duyduğunu belirtmiştir.

İki Frida

Frida Kahlo’nun En Ünlü 10 EseriTwo Fridas, eserin orijinal adıdır. Büyük aşkı Diego’dan boşandıktan sonra, 1939 yılında oluşturduğu bir eserdir. Tabloda iki farklı Frida’nın otururken birbiriyle el ele tutuşması dikkat çeker.

Birinin üzerinde geleneksel kıyafetler görülürken diğerinde bağımsız ve modern kıyafetler görülmektedir. Ünlü ressam bu eserinden günlüğünde bahsederken, yanındakinin hayali bir çocukluk arkadaşı olduğunu, onun yalnızlık ve umutsuzluğunu yansıttığını belirtmiştir.

Diken Kolye ve Sinek Kuşu ile Otoportre

Frida Kahlo’nun En Ünlü 10 EseriSelf-portrait with Thorn Necklace and Hummingbird, eserin orijinal adıdır. 1940 yılına ait bu eserini, Macar fotoğraf sanatçısı ve aynı zamanda sevgilisi olan Nickolas Muray için yaptığı bilinmektedir. Eşi Diego’dan boşandığı dönemlerde oluşturduğu ünlü bir eseridir.

Sağında bir örümcek maymunu, solunda keskin bakışlı bir kedi, boynundaki diken gerdanlıkta bir sinek kuşu dikkat çeker. Meksika’da sinek kuşu aşkta şans anlamına gelmektedir.

Kırık Sütun

Frida Kahlo’nun En Ünlü 10 EseriThe Broken Column, eserin orijinal adıdır. 1944 yılında oluşturduğu bu eseri, onun sağlık sorunları yaşadığı dönemde resmedilmiş bir tablodur. Frida bir dönem omurgasındaki şiddetli ağrıları hafifletmek için çelik korse giyer.

Kırık Sütun adlı bu eserinde çelikten korsesini betimlemiştir. Burada saçları diğer resimlerinden farklı olarak açıktır. Bedeninin her yerine yerleştirdiği çiviler, adeta yaşadığı acıları vurgular niteliktedir.

Umut Olmadan

Frida Kahlo’nun En Ünlü 10 EseriWithout Hope, eserin orijinal adıdır. 1945 yılında, hastalık çektiği dönemlerde yaptığı bir tablodur. Resimde gözyaşları içinde kendini çizmiştir. Ahşaptan yatağında yatarken resim sehpasına yediklerini kusar.

Hem umut hem de umutsuzluğun hissettirildiği farklı bir eserdir. Arka planda ay, güneş, kurak ve çatlamış zemin görülür.

Yaralı Geyik

Frida Kahlo’nun En Ünlü 10 EseriThe Wounded Deer, eserin orijinal adıdır. Yine acılarını yansıttığı bu eserini 1946 yılında yapmıştır. Kasvetli bir orman ardında mavi ve umut dolu bir deniz görülür. Fakat yaralı geyiğin oraya ulaşma şansı kalmamıştır.

Tabloda Frida kendi portresini geyiğin başına yerleştirmiş ve yaralı geyikle bütünleşerek yaşadığı acıları sembolize etmiştir. Geyiğin vücudundaki oklar Frida’nın yaşamındaki sıkıntıları temsil eder.

Diego ve Ben

Frida Kahlo’nun En Ünlü 10 EseriDiego and I, eserin orijinal adıdır. 1949 yılında yaptığı bu resimde ünlü ressam, saplantılı derecede aşık olduğu eşi Diego’yu alnının ortasına yerleştirmiştir. Ona karşı beslediği duyguları resme dökmüştür.

Eşinin alnında dikkat çeken üçüncü gözün, kendisini aldatan Diego’nun başka kadınlarla olan ilişkilerini yansıttığı düşünülür. Yaşadığı acıları her resminde olduğu gibi burada da yansıtmış, gözyaşlarıyla buna vurgu yapmıştır.

Samuel Morse Kimdir? Hayatı ve Eserleri
Samuel Morse Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Frida Kahlo’nun Sözleri

Frida Kahlo’nun SözleriHayatı boyunca neredeyse hiç yüzü gülmeyen ve şansı bir türlü yakalayamayan Frida, birçok sorunla karşı karşıya kalmıştır. Mutsuz bir hayat sürmüştür.

Eşiyle ve diğer ilişki yaşadığı isimlerle kargaşa dolu ilişkileri onu adeta bir aşk ve acı kadını haline getirmiştir. Kalp kırıklıkları, umutsuzluk, yalnızlık ve acı içeren sözleri günümüzde hala birçok kişinin duygularına tercüman olmaktadır. İşte o anlamlı sözlerden bazıları:

Frida Kahlo’nun SözleriMutsuzluk ve şanssızlıkla dolu hayatına rağmen bugün dünyanın beğeni toplayan sayılı isimlerinden olan Kahlo, azmiyle hep ayakta kalmıştır. En yalnız zamanlarında bile umutsuzluğuna yenik düşmemiştir.

Frida Kahlo’nun SözleriÇok sayıda sağlık problemi, duygusal acılar ve hayal kırıklıkları yaşayan Frida, hayatında istediklerine sahip olamamıştır. Bu sözünde, uçmanın bir kuş için gerekliliğini kendi yaşamındaki mutlulukla kıyaslamıştır.

Frida Kahlo’nun SözleriÇok sevdiği eşi Diego tarafından çok kez aldatılan ve onun dışında birçok erkek tarafından mutsuz edilen Kahlo, kalp kırıklıklarından oldukça hasar görmüştür. Gönlünün alınmasını beklemiş, fakat karşılık görememiştir.

Frida Kahlo’nun SözleriYine aşk acısına vurgu yaptığı bu sözünde muhtemelen Diego’ya seslenen Frida, eşinin kendisini anlamasına rağmen hassasiyet göstermediğinden yakınmıştır. Aşk hayatında hep kalbi kırılan taraf olmuştur.

Frida Kahlo’nun Sözleri

Hayatının çoğu döneminde kendini yalnız hisseden Kahlo, hep umutsuzluğa kapılmıştır. Umutsuzluklar onu yenik düşürmese de o kendini çok iyi tanıdığını düşünmüş, bir nevi insanları yanlış tanımış olabileceğinden şüphe etmiştir.

Zülfü Livaneli Kimdir? Hayatı, Şarkıları, Kitapları ve Sözleri

$
0
0

Sanatçı ruhu ve çok yönlü kişiliğiyle zamanı, doğayı, dünyayı ve insanları içinde büyüten Zülfü Livaneli, müzik, edebiyat, sinema gibi farklı alanlarda çok büyük işlere imza atmıştır. Kültür, sanat ve politikayı aynı anda yürütebilmiş nadir isimlerdendir.

Yayımlanan çok sayıda kitabı, 30 civarında albümü, 300 bestesi ve uzun metraj çektiği filmleri bulunan Livaneli, adeta yaşayan bir efsanedir. Şarkıları daima edebiyat ve şiirle iç içe olmuştur. Çok konuşulan siyasi kimliğini de film ve kitaplarına hep yansıtmıştır.

Sezai Karakoç Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Şiirleri ve Sözleri
Sezai Karakoç Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Şiirleri ve Sözleri

Müzisyenliğinin yanında edebi yönüyle de takdir edilen ünlü isim, birçok eseri edebiyatımıza kazandırmıştır. Onun her alandaki çalışmaları tabi ki karşılıksız kalmamış, çok sayıda ödüle layık görülmüştür. Aşağıda, dolu dolu yaşadığı hayatı başarılarla süsleyen Zülfü Livaneli’nin yaşam öyküsünü, eserlerini ve akıllarda yer edecek sözlerini bir araya getirdik.

Zülfü Livaneli Kimdir?

Zülfü Livaneli Kimdir?Tam adıyla Ömer Zülfü Livanelioğlu; Türk müzisyen, şarkıcı, senarist, politikacı, yazar ve yönetmendir. Zülfü Livaneli, sanat dünyasında bilinen ismidir.

20 Haziran 1946 tarihinde, Konya’nın Ilgın ilçesinde, Mustafa Sabri Livaneli ve Şükriye Livaneli’nin oğulları olarak dünyaya gelmiştir. Birçok alanda başarıya imza atan sanatçı, ülkemizin önde gelen isimlerindendir.

Livanelioğlu ailesinin büyük dedeleri Ömer Efendi, aslen Artvin’in Yusufeli ilçesindendir. 93 Harbi’nde Artvin’in Ermeni ve Rus işgaline uğraması sonucu Erzurum’a gitmiş ve Ahmet Muhtar Paşa’nın ordusuna katılmıştır.

Zülfü Livaneli; Huzursuzluk, Serenad, Kardeşimin Hikayesi gibi ünlü kitapları kaleme almıştır. Aynı zamanda birçok albüm de çıkarmıştır. Kısacası her alanda adından söz ettirmiştir.

Uluslararası pek çok ödülün sahibi olan ünlü sanatçı, politik görüşü nedeniyle de bir dönem çok konuşulmuştur. Ayrıca, kendisi gibi müzisyen ve yazar Aylin Livaneli’nin babasıdır.

Zülfü Livaneli’nin Hayatı

Zülfü Livaneli’nin HayatıKüçük yaşlarda müziğe ilgi duymaya başlayan Livaneli, teyzesi Nazmiye Yücel’in eşi Turhan Yücel’den bağlama çalmayı öğrendi. O dönemlerde eniştesinin onun hayatını değiştirecek ilk hamleyi yaptığından habersizdi.

Ankara’da bulunan Cumhuriyet Lisesi’nde eğitim gördü. Ardından, Amerika Birleşik Devletleri Fairfax Konservatuarı’nı bitirdi.

1964 yılında Ülker Tuncay ile hayatını birleştirdi. Çiftin bu evliliğinden Aylin Livaneli adlı bir kız çocuğu dünyaya geldi.

İsveç Yılları

Siyasi görüşleri ve inançları nedeniyle sık sık eleştirilerin hedefi oldu. 1971 yılındaki darbe nedeniyle cezaevine girdi. 1972 yılında İsveç’e yerleşmeye karar verdi ve bir süre orada yaşadı.

İsveç’te bulunduğu süre içerisinde bulaşıkçılık da olmak üzere hemen her işi yaptı. Livaneli’nin en büyük hayali bir gün Türkan Şoray ile tanışabilmekti.

İsveç, Türkiye’de suçlanan kişilerin sıkça bulunduğu bir yerdi. Orada bulunan ünlü yazar, gazeteci ve şairlerle karşılaşabilmeyi de çok istiyordu.

Ünlü sanatçı, 1974-1975 yıllarında Stockholm’de müzik eğitimi aldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından askeri yönetim tarafından 3 ay gözaltında tutuldu.

Ardından Türkiye’den gitmek zorunda kalan Livaneli, tekrardan İsveç’e gitti. Orada müzik ve felsefe alanında kendini geliştirdi.

Ünlü sanatçı, 1973 yılında ilk albümünü çıkardı. Daha sonra 1976’da “Otobüs” adlı filmin müziğini besteledi ve sonraki yıllar da film müziği bestelemeye devam etti.

Stockholm Sonrası

Stockholm’den sonra bir dönem Paris ve Atina’da da bulundu. 1984 yılında yeniden Türkiye’ye döndü. 1994 yerel seçimlerine aday oldu.

Adaylığını, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SODEP)’den İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na koymuştu. Fakat belediye başkanı seçilmedi.

1986 yılının Ekim ayında Cengiz Aytmatov’un kendisini davet etmesi üzerine Federico Major, Yaşar Kemal, Arthur Miller ve diğer birkaç ünlü sanatçı ile düşünürlerin katıldığıı Issyk-Kul Forumu’nda bulundu. Bu da kariyerinde önemli bir yere sahip oldu.

Nazım Hikmet’in şiirlerini bestelediği şarkılarını “Nazım’ın Türküsü” albümünde bir araya getiren Livaneli, geniş kitlelerin beğenisini kazandı. 1987 yılında hem yazıp hem yönettiği ilk filmi “Yer Demir Gök Bakır” için kamera karşısına geçti.

1988 yılında ikinci uzun metrajlı filmi olan Sis’i çekti. Bu filmde ünlü aktör ve yönetmen Elia Kazan ile çalıştı. Aynı zamanda Kazan’ın aktör olarak bulunduğu son filmdi. 2017 yılında ise ünlü isim ile olan anılarını ve dostluğunu Elia ile Yolculuk adını verdiği kitabında kaleme aldı.

Sis adlı film büyük beğeni topladı. Montpellier Mediterranean Film Festival ve Valencia Festival of Mediterranean Cinema gibi iki önemli festivalden ödüle layık görüldü.

Almanya ve Fransa’da ödüller aldı. 1993 yılında ilk kitabı olan Diktatör ile Palyaço’yu yayımladı. Bu kitap, gazete yazılarından derlenmişti ve daha sonra kitap olarak basıldı.

Yine 1993 yılında Livaneli, Şahmaran adlı filmini çekti. Başrollerinde Türkan Şoray ve Mehmet Balkız oynadı. Bu film, müziğini bestelediği filmlerin sonuncusu oldu.

1996 yılında merkezi Paris’te bulunan UNESCO, Livaneli’ye büyükelçilik payesi ve Genel Direktör Danışmanlığı görevini verdi. O dönemlerde siyaset alanında konuşulan bir isimdi.

19 Mayıs 1997 tarihinde Ankara Hipodrom alanında verdiği konser 500.000 kişilik kalabalık bir seyirci tarafından izlendi. Böylelikle sanatçı, Türkiye’nin en yüksek izleyici sayısına sahip konserini verdi.

6 Kasım 2002 tarihindeki genel seçimlere Cumhuriyet Halk Partisi’nden İstanbul Milletvekili seçildi ve TBMM’ye girdi. 2004 yılında partisinden istifa etti. Bağımsız milletvekili oldu.

Türk-Yunan dostluğunun savunucularındandı. Livaneli, müzisyen Mikis Theodorakis ile bir araya geldi. Böylelikle ikili, Türk-Yunan Dostluk Derneği’nin temellerini attı.

Sinema Dünyasına Girişi ve Müzik Kariyeri

Özgün film müzikleri yapmaya başlayan Livaneli, sinemaya da ilgi duyuyordu. Onun özgün yorumları, uluslararası bir şöhreti beraberinde getirdi.

Zülfü Livaneli, müzik hayatı boyunca 300 civarı şarkı ve 30 kadar film müziği besteledi. Ayrıca, Londra Senfoni Orkestrası’nda çalınmış olan bir rapsodi ve bir bale müziğinin de bestesini yaptı.

Başarılı ismin şarkıları çok beğeniliyordu. O kadar ki; Joan Baez, Maria del Mar Bonet, Udo Lindenberg, Maria Farandouri, Haris Alexiu, Kate Westbrook, Leman Sam gibi dünyaca ünlü sanatçılar tarafından seslendirilip yorumlandı.

Müziğini bestelemiş olduğu 30 filmin içinde Cannes Film Festivali’nde Golden Palm Ödülü’ne layık görülen Yol ve Sürü adlı film de bulunur. Buradan anlaşıldığı gibi, sanatçının müzik alanındaki başarısı tartışılamaz.

Livaneli’nin albümleri İspanya, Almanya, İsveç, Amerika, Hollanda ve Fransa’da da çok satıldı. Birçok ülkede çok sayıda konser vererek hayranlarıyla bir araya geldi.

Yunanlı ünlü besteci Mikis Theodorakis ve şarkıcı Maria Farandouri ile ortak albümler hazırladı. Aynı zamanda konserler de verdi.

Manos Hacidakis, Giora Feidman, Chilean Intillimani ve Angel Para gibi isimlerle bir araya gelerek çalışmalar yaptı. Livaneli, hem besteleri hem de yoğun ilgi gören konserleriyle çok beğenilen bir isim oldu.

30 kadar albüme imza atan Livaneli, müzik kariyerindeki başarıları sayesinde çok sayıda ulusal ve uluslararası ödüle layık görüldü. Aynı zamanda sinema yönetmenliği, öykü, roman ve deneme yazarlığı da yaptı.

Edebiyat Alanındaki Çalışmaları

Livaneli, ilk romanı olan Engereğin Gözündeki Kamaşma ile 1997 yılında Balkan Edebiyat Ödülü’nü aldı. Bu ünlü kitabı İspanya, Kore, Yunanistan, İsviçre ve Almanya’da yayımlandı.

Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm adlı romanıyla 2001 Yunus Nadi Yayımlanmamış Roman Ödülü’nün sahibi oldu. Bu kitabı da Türkiye’nin yanında Yunanistan ve Sırbistan’da yayımlandı.

2006 yılında çıkardığı Mutluluk adlı romanıyla Barnes&Noble Yeni Büyük Yazarları Keşif Ödülü’nü kazandı. Son Ada adlı romanıyla da 2009 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı’nın sahibi oldu.

Değerli ismin farklı alandaki birçok eseri otuzdan fazla uluslararası ödül aldı. Bir öykü tolamı olan Arafat’ta Bir Çocuk adlı eserine adını veren öykü İsveç ve Alman televizyonları tarafından filme çekildi.

Livaneli, sadece roman ve öykü kitaplarında değil, deneme ve düşünce yazılarından oluşan kitaplarda da başarı elde etti. Ayrıca bestelerinin partisyonlarını yayımladı.

Livaneli, farklı günlük gazetelerde de 1989 yılından itibaren köşe yazıları yazmaya başladı. Michigan, İlinois, Pennsylvania, Stuttgart, Harvard ve Princeton Üniversiteleri’nde çok sayıda konferans verdi.

Aldığı Ödüller

Pek çok alandaki başarısıyla hayranlık uyandıran Livaneli, hayatı boyunca çok sayıda ödüle layık görülmüştür. Ünlü sanatçının aldığı ödüllerden bazıları şunlardır:

  • Theodorakis Ödülü/Temmuz 2006
  • Soranos Dostluk Ödülü/Ekim 2005
  • En İyi Film Müziği Ödülü/Sürü filmi/1978/Sinema Yazarları Derneği (SİYAD)
  • En İyi Film Müziği Ödülü/Yılanı Öldürseler filmi/1982/Ankara Sanat Evi
  • Yılın Plağı Ödülü/Yunanistan/ Maria Faranduri Livaneli Söylüyor/1982
  • Cannes Film Festivali Altın Palmiye Ödülü/Film Müziği/Yol filmi/1982
  • Alman Plak Eleştirmenleri Derneği Yılın Plağı Ödülü/Maria Faranduri /Livaneli Söylüyor/1993
  • Edison Ödülü, Hollanda/Maria Faranduri Livaneli Söylüyor/1983
  • Altın Plak Ödülü/Livaneli/Theodorakis/Güneş Topla Benim İçin/1986
  • Yılın Müzisyeni Ödülü, Türkiye/1984 Nokta Dergisi/Doruktakiler
  • Cannes Film Festivali Ödülü/1987 Özgün Bir Bakış
  • En İyi Yabancı Film Ödülü/San Sebastian Film Festivali/İspanya, Yer Demir Gök Bakır/1987
  • Hristiyan Sinema Örgütü-OCIC
  • Köln Foto Kino Fuarı, B. Almanya/1987 ‘Altın Kamera’ (Jurgen Jurges)
  • En İyi Film Yönetmeni, Türkiye/1989 Nokta Dergisi/Doruktakiler
  • Montpellier Festivali Altın Antigone Birincilik Ödülü/1989 Sis
  • Valencia Altın Palmiye Birincilik Ödülü/Sis/1989 En İyi Yönetmen Ödülü
  • Avrupa Film Akademisi En İyi Film Adaylığı/1989 Sis
  • Fransız Eleştirmenlerce Avrupa’nın En İyi On Filminden Biri/1989 Sis
  • En İyi İkinci Film Ödülü/1989 Antalya Film Festivali/Sis
  • Abdi İpekçi Ödülü/1996
  • Abdi İpekçi Ödülü/1997
  • Balkan Edebiyat Ödülü, Türkiye/1997 Engereğin Gözündeki Kamaşma
  • Premio Luigi Tenco Uluslararası Besteci Ödülü/ San Remo, İtalya/1999
  • Antalya Altın Portakal Film Festivali Yaşam Boyu Onur Ödülü/1999
  • Yunus Nadi Roman Ödülü/ Türkiye/2001 Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm

Zülfü Livaneli’nin Albümleri ve Şarkıları

Zülfü Livaneli’nin Albümleri ve ŞarkılarıÖzgün müziğin bir numaralı isimlerinden, aynı zamanda bir halk adamı olan Zülfü Livaneli’nin başarılı müzik kariyeri 1971 yılında başlamıştır. O, çağdaş halk müziğinin ve yeni şarkı yazım sürecinin adeta temelini atmıştır.

Küçük yaşlardan gelen müzik yeteneği ona yüzlerce şarkı yazdırmış, 30’un üzerinde albüm kaydettirmiştir. Milyonlarca kişi tarafından dinlenen besteleri dünyaca tanınır hale gelmiştir. Sanatçının bazı önemli albümlerinde yer alan şarkıları şu şekildedir:

Nazım Türküsü

Zülfü Livaneli’nin Albümleri ve ŞarkılarıÜnlü sanatçının 1978 yılında Ada Müzik tarafından yayımlanmış albümüdür. Ünlü sosyalist şair Nazım Hikmet’in değerli şiirleri, birer şarkı olarak albümde yerini almıştır.

Albümde 8 şarkı yer alır. Türk müziğinin önemli başyapıtları arasında sayılır. 1978 ve 1979 yıllarında 51 hafta listelerin başında kalmıştır.

Ada

Zülfü Livaneli’nin Albümleri ve ŞarkılarıLivaneli’nin 1983 yılında çıkardığı albümüdür. 8 şarkıdan oluşur. Bu albümdeki besteler sanatçının 1980-1984 yılları arasındaki Paris yıllarında oluşturulmuştur.

Albümün ilk basımı Almanya’da Telefunken-Teldec’te çıkarılmıştır. Daha sonra Türkiye’de ART firmasında çıkarılmış ve kayıtları Stockholm’de yapılmıştır.

Gökyüzü Herkesindir

Zülfü Livaneli’nin Albümleri ve ŞarkılarıLivaneli’nin 1987 yılında çıkardığı bu albümü 10 şarkıdan oluşur. Albümde yer alan “Sürgün” adlı şarkıda Livaneli, sanatçı dostu Sezen Aksu ile düet yapmıştır.

Saat 4 Yoksun

Zülfü Livaneli’nin Albümleri ve ŞarkılarıÜnlü sanatçının 1993 yılına ait albümüdür. Albüm 8 şarkıdan meydana gelir. Livaneli’nin müziklerinde alışılagelen nitelik ile nicelik buluşması bu albümde de söz konusudur.

Yangın Yeri

Zülfü Livaneli’nin Albümleri ve ŞarkılarıSanatçının 26 Haziran 1996 tarihinde çıkardığı albümüdür. Albüm içinde 10 şarkı yer alır.  Avrupa Müzik markasıyla yayımlanan albümde hit şarkılara yer verilmiştir.

Zülfü Livaneli’nin Kitapları

Zülfü Livaneli’nin KitaplarıKültür-sanat dalında Türkiye’nin önde gelen isimlerinden olan Livaneli, hemen her alanda başarıyı yakaladığı gibi edebiyat alanında da ünlü bir isimdir. Onu bizde bu derece değerli kılan önemli eserlerinden bazılarını şöyle sıraladık:

Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm

Zülfü Livaneli’nin KitaplarıLivaneli’nin 2001 yılında yayımlanan romanıdır. İsveç’te yaşayan insanların, yurtlarından farklı nedenlerle sürgün edilişlerini anlatır.

Öldürmek ve bağışlamak ikilemi üzerine, okuyucularını etkilemeyi başarmış bir eserdir. Sıradışı bir kurguyu ve beklenmedik bir sonu her sayfasında ustalıkla anlatır.

Leyla’nın Evi

Zülfü Livaneli’nin KitaplarıLivaneli’nin 2006 yılında okuyucuyla buluşturduğu bir İstanbul romanıdır. Boğaziçi’nde Bosnalılar Yalısı’nda doğup büyümüş Leyla Hanım’ın yalının yeni sahibi Ömer Cevheroğlu tarafından sokağa atılışını anlatır.

Genç gazeteci Yusuf’un Cihangir’deki bekar evine sığınmak durumunda kalan Leyla Hanım’ın Ali Yekta Bey ile tanışmasıyla devam eder. Bu eser, kimi zaman acılı kimi zaman eğlenceli bir kurgudur.

Kardeşimin Hikayesi

Zülfü Livaneli’nin Kitapları2013 yılının Nisan ayında yayınlanmış bu romanı aşk ve gizem üzerine kuruludur. Ahmet Arslan, bir sahil kasabasında sessiz sakin bir emeklilik yaşamı sürdürmektedir.

Aynı kasabada genç bir kadın, bir cinayete kurban gitmiştir. Yazarın bu romanı, deyim yerindeyse hikaye içinde hikayedir.

Aşka ve aşkın karmaşıklığına değinen Kardeşimin Hikayesi, emekli bir inşaat mühendisi ile genç ve güzel bir gazeteci kızın öyküsünü anlatır. Bu aşkın başlamasına tüyler ürperten kadın cinayeti vesile olacaktır.

Serenad

Zülfü Livaneli’nin KitaplarıMüzik, bilim ve sanatın iç içe geçtiği bir roman olan bu eser, Livaneli tarafından 2013 yılında kaleme alınmıştır. Bu romanda sürükleyici bir aşk hikayesi anlatılır.

Buna rağmen yazar, “aşk” kelimesinin çok kirletildiğini düşündüğü için, bu eserine özellikle aşk romanı denilmesine karşı çıkmıştır. Halbuki 60 yıllık süregelen bir aşk anlatılır.

Huzursuzluk

Zülfü Livaneli’nin KitaplarıLivaneli’nin Ocak 2017’de kaleme aldığı bu eser, tutkulu bir aşkın hikayesini büyük bir gizem içinde kurgulayarak anlatır. Sevda ve acının adeta bir bütün olduğu bu romanda okur, bir Ortadoğu gerçeğiyle buluşturulur.

Oğuz Atay Kimdir? Hayatı, Kitapları, Sözleri ve Hakkında Az Bilinenler
Oğuz Atay Kimdir? Hayatı, Kitapları, Sözleri ve Hakkında Az Bilinenler

Romanın başkahramanlarından İbrahim’in çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölüm haberiyle memleketi Mardin’e gitmesi, bütün olay örgüsünün başını oluşturmaktadır. İbrahim, öğrendikleriyle adeta bir girdaba çekilecektir.

Zülfü Livaneli’nin Sözleri

Zülfü Livaneli’nin SözleriÇok yönlü kişiliğiyle sevilen bir isim olan Livaneli, barış ve dostluk söylemleri ile kitleleri birbirine bağlamayı başarmıştır. Eserlerinde işlediği aşk, ölüm, özlem gibi temalara sözlerinde de sıkça yer vermiştir. İşte değerli sanatçının anlamlı sözlerinden birkaçı:

Zülfü Livaneli’nin SözleriYaşamın inkar edilemez gerçeği ölüm, insan bedeninin çürümesinden ibarettir. Çoğu insan ölüp çürümekten korkar. Fakat ruhun çürümesi yaşamsal faaliyetler sona erdiğinde değil, yaşarken gerçekleşir.

Zülfü Livaneli’nin SözleriAşk her zaman güzel duyguları beraberinde getirmez. İnsan aşkın büyüsüne kapılıp geleceği göremeyebilir. Beraberinde gelecek olanlar da doğal olarak sürpriz olur.

Zülfü Livaneli’nin SözleriBu sözüyle yine ölüme bir vurgu yapan Livaneli, ölümün hayattaki herkes için aynı şekilde olacağına değinmiştir. Yaşarken farklı konumda olan her insan, öldüğünde eşitlenecektir.

Zülfü Livaneli’nin Sözleriİnsanlar göründüğü gibi olmayabilir. Her zaman içlerinden geleni yapmayıp, bilinmeyen yanlarını sadece olumsuz durumlarda kullanabilirler.

Zülfü Livaneli’nin SözleriBu sözüyle yine aşkı anlatan Livaneli, aşka eserlerinde yer verdiği kadar sözlerinde de sıkça yer vermiştir. Bazen aşkta mutluluğa engel olan gurur, bir şeyleri söylemeye de engeldir. Bazı şeyleri söylemeden, hissederek yapmak gerekir.

Sezen Aksu Kimdir? Hayatı ve Şarkıları

$
0
0

Çoğu kendisine ait besteler ve şarkı sözleriyle 7’den 70’e her kesimin ruhunu okşayan bir sanatçı olarak Sezen Aksu, beyaz perdeye adımını attığı filmin adından ötürü “Minik Serçe” olarak anılır. Türk müziğine katkılarıyla başarılı bir kariyere sahiptir.

Bir dönemin ünlü dergisi Onyedi’nin Ocak’86 sayısında 1985 yılının En Büyük Kadın Sanatçısı seçilmiştir. Hayat duruşunu ve benimsediği felsefeyi dinleyicilerine aktarabilen nadir sanatçılardan biridir. Yaşadığı dönemin sorunlarına her zaman duyarlılık gösterir.

Zülfü Livaneli Kimdir? Hayatı, Şarkıları, Kitapları ve Sözleri
Zülfü Livaneli Kimdir? Hayatı, Şarkıları, Kitapları ve Sözleri

Sesi ve şarkılarıyla her kalpteki duygulara tercümanlık yapan Aksu, birçok ünlü sanatçının müzik dünyasında tanınmasına vesile olmuştur. 20’den fazla ülkede 1500 civarı konser veren sanatçı dünyanın farklı yerlerinde tanınmaktadır. Aşağıda yaşayan efsanenin hayatı ve sanatına dair detayları bulabilirsiniz.

Sezen Aksu Kimdir?

Sezen Aksu Kimdir?Asıl adıyla Fatma Sezen Yıldırım; Türk şarkıcı, söz yazarı, besteci ve yapımcıdır. Sahnelerdeki bilinen adı Sezen Aksu’dur. Türk pop müziğinin “Minik Serçe”si olarak bilinir.

13 Temmuz 1954 tarihinde, Denizli’nin Sarayköy ilçesinde hayata gözlerini açmıştır. Fen öğretmeni Şehriban Hanım ve matematik öğretmeni olan Sami Bey’in kızıdır.

Annesi mübadele sonucu Selanik’ten gelmişti. Babası ise Rizeliydi ve Laz kökenliydi. Sezen’in Nihat adında bir de erkek kardeşi bulunmaktadır.

Aksu, 3 yaşına kadar doğduğu yerde yaşamıştır. Ailesi, o 3 yaşındayken sonraki yıllar “kalbim Ege’de kaldı” diye söz edeceği İzmir’e taşınmış, eğitim hayatını burada sürdürmüştür.

Sezen Aksu, 1970’li yıllarda çıkış yapmış ünlü bir ses sanatçısıdır. Onun bir ikon haline gelen şarkıları, Türk pop müziğine yön vermiştir.

Kariyerinde yayınlanan 23 albümünün her biri büyük beğeni toplamıştır. 1991 yılında yayınlanan “Gülümse” adlı albümü Türk müzik tarihinde en çok satan Türkçe albümlerden biri olmuştur.

Ünlü sanatçı Aksu, 1998 yılında, 33. Türkiye Hükümeti’nde Kültür Bakanlığı’nın tavsiyesiyle verilmeye başlanan   “Devlet Sanatçısı” unvanına layık görülmüştür. Fakat ödülü kabul etmeyerek geri çevirmiştir.

Sezen Aksu’nun Hayatı

Sezen Aksu’nun HayatıAnnesi Şehriban Hanım ve babası Sami Bey, kızları Sezen’i oldukça disiplinli yetiştiriyor, ona hep mesafeli davranıyorlardı. Fakat bu tutumları küçük Sezen’in yaramazlıklarına engel olamamıştı.

Sezen, etrafındaki herkesin ilgisini çekmeyi daha küçük yaşlarda alışkanlık haline getirmişti. Çevredeki insanlar ondan “Cüce Bela” diye söz ediyorlardı. O yıllarda, ileride dansöz olmayı istiyordu.

Her gün Konak-Köprü troleybüsünde şarkı söyleyerek dikkatleri üzerine topluyordu. Haftada bir kez saç rengini değiştirdiği bir ergenlik dönemi geçirdi. Ayrıca pek çok kez intihara kalkıştı.

Gençliğinde sanatın hemen her dalına ilgi duyuyordu. Resim, tiyatro ve dans dersleri aldı. Lise yıllarında müzikle ilgilenmeye başladı.

1970 yılında Hafta Sonu Dergisi’nin açtığı ve Ajda Pekkan’ın jüri üyesi olduğu Altın Ses Yarışması’ndan 6.’lıkla ayrıldı. Sezen müziğe ilgi duyuyor, bu alanda gelişmek istiyordu.

İlk Evliliği ve Üniversite Yılları

1972’de ilk aşkı Hasan Yüksektepe ile aile arasında yapılan bir nikahla evlendiler. Fakat tam 3 gün sonra ayrıldılar. Sezen, bu ayrılığın ardından üniversiteye başlamaya karar verdi.

Hayatındaki en büyük acıyı bu dönemde yaşamıştı. İlk aşkı ve en yakın arkadaşı evlenmişti. Belki de onun çektiği bu acılar duygu yüklü şarkılar yazmasını sağladı.

Müziğe duyduğu yoğun ilgiye rağmen, İzmir Kız Lisesi’ni bitirip 1973 yılında Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ne başladı. Üniversitenin kantinini konser salonu gibi kullanan Sezen, burada şarkılar söylüyordu.

Üniversite ikinci sınıftayken okulu bıraktı. Birçok sanatçının ders verdiği İzmir Radyosu Sanatçılar Derneği’ne girdi.

Burada kendi rotasını çizmeye başladı. Sezen, 1974 yılında 3 şarkıdan oluşan bandını bir plak şirketine yolladı.

Aksu Soyadını Alışı

1974 yılının Kasım ayında, genç yaşta yaptığı ilk evliliğinin ardından bu kez de Ali Engin Aksu’ya vurulmuştu. Tüm Türkiye’nin onu tanıyacağı soyadı işte bu evlilikle geldi.

Ali Engin Aksu ile dünya evine girdi. Fakat bu evlilik de umduğu gibi olmayacak, kısa sürecekti. Müzik ve evliliği aynı anda götüremiyordu. Sanat dünyasında bu soyisimle tanındığı için sonraki yıllar da “Aksu” soyadını kullanmayı tercih etti.

Müzik Dünyasına Girişi

Evlendikten bir hafta sonra, Yeşil Giresunlu tarafından plak yapmak için çağrıldı. Bunun üzerine İstanbul’a giderek plak çalışmalarına başladı.

1975 yılına doğru “Haydi Şansım” adlı ilk 45’liğini piyasaya çıktı. Fakat plağın satışları beklenenin çok daha altında oldu. Yabancı bir şarkıdan alınan besteye söz yazılmıştı ve sonuç berbattı.

Ayrıca plak Sezen Aksu’dan habersiz, Sezen Selay adına çıkarılmıştı. Belki de böylesi daha iyi olmuştu. Yıllar sonra Türk müziğinin en önemli isimlerinden biri, satmayan bir plakla anılmayacaktı.

Yine 1975 yılında “Yaşanmamış Yıllar/Kusura Bakma” adlı ikinci 45’liğini piyasaya sürdü. Bu albümünde yer alan şarkılar ona aitti ve satışları da gayet iyiydi.

Ünlü sanatçı, üçüncü 45’liği “Olmaz Olsun/Vurdumduymaz”ı 1976 yılında dinleyicilerle buluşturdu. Bu plağı, 45’likler listesinde haftalar boyunca zirvede yer aldı.

Bu plaklarla adından sıkça söz ettirmeyi, konuşulan bir isim olmayı başarmıştı. 1976 yılında, her gün biraz daha ünlenen ve şarkıları dillerden eksik olmayan bir Sezen Aksu var olacaktı.

Şöhretinin Arttığı Yıllar

O zamanlar çiçeği burnunda bir sanatçı olan Aksu, 1976 yılında ilk sahne çalışmasına başladı. Bebek Belediye Gazinosu’nda sahneye çıkıyordu.

1977 yılına gelindiğinde “Allahaısmarladık/ Kaç Yıl Geçti Aradan” ve “Kaybolan Yıllar/Neye Yarar” adlı 45’likleri çıktı. Bunları ilk 33’lüğü olan Allahaısmarladık adlı plak çalışması takip etti.

Aksu, 1978 yılında Hurşid Yenigün’ün iki bestesine söz yazdı. Gölge Etme/Aşk’ın 45’liğini çıkardı. Yine aynı yıl piyasadaki en eski Sezen Aksu albümü olan Serçe, çift LP şeklinde piyasaya sürüldü.

1979 yılı da Minik Serçe için verimliydi. İlk Gün Gibi/Yalancı ve Allahaşkına/Sensiz İçime Sinmiyor 45’likleri dinleyiciyle buluştu.

Sinemeya Girişi

1979 yılında Aksu’nun ilk filmi Bulut Aras ile başrollerde bulunduğu, Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı “Minik Serçe” adlı filmdi. Fakat filmi beklenilen beğeniyi toplayamadı.

1980 yılında ünlü sanatçı “Sevgilerimle” adlı albümünü çıkardı. 1981 yılı ise onun için çok verimli bir yıl olacaktı.

Müzik, tiyatro ve özel yaşamı capcanlı geçti. “Ağlamak Güzeldir” albümünü çıkardıktan sonra Aile Gazinosu adlı müzikal üzerine çalışmalar yaptı.

İkinci Evliliği ve Anne Oluşu

Ünlü sanatçı 10 Temmuz 1981 tarihinde Sinan Özer ile Beşiktaş Evlendirme Dairesi’nde dünya evine girdi. 4,5 aylık hamileydi. Özel hayatıyla sürekli gündeme geliyordu.

11 Kasım 1921’de oğlu Mithat Can Özer’i dünyaya getirdi. Eşini çok seven Sezen, bir süre vaktini ona ve oğluna ayırmak istediğini söylese de yapamadı.

Sanatsız duramamış, sahneleri özlemişti. Aralık ayında yeniden Aile Gazinosu için çalışmalara başladı. 1982’de Şan Müzikholü’nde Sezen Aksu Aile Gazinosu gösterime girdi.

Minik Serçe burada Adile Naşit, Şener Şen, Ayşen Gruda ve Altan Erbudak gibi ünlü isimlerle aynı sahneyi paylaştı. Ayrıca Sezen sahnede 7 farklı karakter canlandırdı.

1982 yılı Sezen Aksu ve Türk müziği için özel bir yıl olacaktı. Çok sevilen “Firuze” adlı albümünü çıkardı. Albüme ismini veren Firuze şarkısı dillerden düşmüyordu.

Minik Serçe 2 yıl sonra “Sen Ağlama” dedi ve 1991 yılında da Gülümse adlı albümünü çıkardı. Türk müziğine önemli klasikler kazandırıyordu.

1982 yılında ünlü sanatçı dönemin popüler dergisi Hey tarafından Yılın Kadın Şarkıcısı seçildi. 1 yıl sonra da aynı derginin Geleneksel Oscar Konseri’ne layık görüldüğü unvan ile katıldı.

Sezen Aksu’nun Eurovision Deneyimleri

Sezen Aksu Eurovision’da1983 yılında ünlü sanatçı kendini Eurovision’da gösterdi. “Heyamola” adlı şarkının söz ve müziği Ali Kocatepe’ye aitti. Şarkıyı sahnede Ali Kocatepe ve Coşkun Demir ile birlikte seslendirdi.

Fakat Türkiye finaline kalan bu parça, yurt dışında Türkiye’yi temsil etme hakkını elde edemedi. 1983 yılında Heyamola parçasının 45’liği Hey Dergisi’nce Yılın Plağı seçildi.

1983 yılında Aksu, oğlunun babası Sinan Özer ile yollarını ayırdı. Çift boşandı. 1984 yılında Eurovision macerası kaldığı yerden devam etti.

Aynı yıl Halay, 1945 ve Merhaba Ümit adlı şarkılarıyla Türkiye finaline katıldı. Merhaba Ümit’i bıraktı ve Halay ile 1945’i seslendirmeye karar verdi.

Final gerçekleşmeden 2 hafta önce yakın bir yabancı dostu ona sadece 1945 adlı parçasını seslendirmesini tavsiye etti. Bunun üzerine Sezen arkadaşının dediğini yaptı.

Minik Serçe’den beklentiler çok yüksekti. Herkes birinci olacağını umuyordu. Fakat sonuç beklenilen gibi olmadı. Sahnede kıyafetiyle prensese benzeyen Aksu, aranjman yüzünden kaybetmişti.

Avrupa’da şanssız olan Sezen Aksu’nun şansı Türkiye’de güldü. Aynı yılın 6 Eylül’ünde “Sen Ağlama” sevenleriyle buluştu. 1985’den önce TRT tarafından yayınlanmayan Aksu şarkıları orada yayınlanmasıyla büyük ilgi gördü.

Uzun süre zirvede kalan bu albümün 56. haftasında Aksu şaşkınlığını dile getirdi. 1 yıldan uzun süre listelerde kalacağını o da beklemiyordu.

1985 yılında Minik Serçe yeniden Eurovision Türkiye finalindeydi. Bu kez “Küçük Bir Aşk Masalı” şarkısını seçmişti. Şarkının sözleri kendisine aitti.

Parçayı Özdemir Erdoğan ile seslendirdiler. Fakat sonuç ne yazık ki yine aynıydı. Bu yıl da Sezen ülkemizi temsil etme hakkına sahip olamadı.

Müzikal Dönemi ve Sonrası

1985 yılında ünlü sanatçı “Bin Yıl Önce, Bin Yıl Sonra” adlı müzikale hazırlandı. Bu müzikal 1986 yılının ilk haftasından itibaren gösterime girdi.

Şan Müzikholü’nde kapalı gişe oynayan müzikal, dönemin dünyasını ve o dönemin Türkiye’sini tiye alıyordu. Müzikal büyük ilgi gördü.

Ayrıca Sezen burada Şener Şen, İlyas Salman ve Ayşen Gruda gibi ünlü oyuncularla aynı sahnede boy göstermişti. Çok beğenilen müzikal uzun süre konuşuldu.

“Sezen Aksu’88” adlı albümünü 1988 yılında piyasaya sürdü. Bu albüm sanatçının plak formatında çıkan son albümü olması nedeniyle önem taşır.

1989 yılına gelindiğinde ünlü sanatçı albüm çalışmalarına hız kesmeden devam ediyordu. Sezen Aksu Söylüyor adlı albümünü çıkardı.

1990’lı Yılları

Türk müziğinin yeri doldurulmaz bir efsanesi haline gelen Aksu, 1990’larda hayranlarına bir sürpriz yapacaktı. Prodüktör tarafını gösterdi.

Aksu’nun vokalisti Aşkın Nur Yengi, “Sevgiliye” adlı albümünü çıkardı. Bu albüm bir Sezen Aksu prodüksiyonuydu ve bir milyona yakın tirajla başarı yakaladı.

1990 yılında Minik Serçe beyaz perdede boy gösterdi. Yavuz Özkan’ın yönetmenliğindeki Büyük Yalnızlık adlı filmde Ferhan Şensoy ile aynı sahneyi paylaştı.

Aynı yıl bu film Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Görüntü” dalında ödül aldı. Başarılı filmin müzikleri Onno Tunç’a aitti.

1991 yılında yine bir Aşkın Nur Yengi albümü olan “Hesap Ver”in prodüksiyonluğunu yaptı. Bu da Aşkın’ın ilk albümü gibi büyük başarı elde etti.

En Parlak Dönemleri

1991 yılı Sezen Aksu’ya çok büyük bir ün getirmişti. Müzik yönetmenliğini Onno Tunç’un üstlendiği Gülümse adlı albümü çıktı.

Bu albüm bambaşkaydı. 2 milyonu aşkın bir tiraj elde etti. Sezen bu albümünde her kesime hitap ediyordu. Belki de albüm bu yüzden bu kadar beğenilmişti.

Aşık olan-olmayan, arabesk dinleyip-dinlemeyen, pop seven ya da sevmeyen herkes bu albümde buluşmuştu. Bu buluşma Gülümse’yi farklı yapan asıl sebepti.

1991 yılında bu albümde yer alan Hadi Bakalım adlı şarkının Avrupa’da single’ı çıktı. Parçanın klibi olmamasına rağmen oldukça iyi bir gelir elde etti.

Sezen Aksu, vokalistlerine albüm yapmayı 1992 yılında da sürdürdü. Sertap Erener’i Türkiye’ye tanıttı. Erener’in ilk albümü “Sakin Ol” oldukça başarılı bulundu.

Sertap’tan sonra Minik Serçe Levent Yüksel’in tanınmasına katkıda bulundu. Onun albümünün prodüktörü de Sezen’di. “Med Cezir” de iyi bir gelir elde etti.

Bu albüm tirajın yanı sıra günümüze klasikler kazandırmasıyla da önemiydi. Tuana, Med Cezir, Beni Bırakın gibi klasikler müzik dünyamıza kazandırıldı.

Sezen, 1993 yılında oğlunun babasından boşandı ve dördüncü evliliğini gazeteci Ahmet Kutlu ile yaptı. Ne yazık ki bu evliliği de uzun sürmedi.

İçinde “Masum Değiliz” ve “Küçüğüm” gibi sevilen hit parçaların bulunduğu Deli Kızın Türküsü adlı albümünü 1993 yılında çıkardı. Bu albümü alışılmışın biraz dışındaydı.

Kapağına kadar ilgi çekiyordu. Ünlü sanatçı hitap edeceği kitleyi seçmişti ve artık onlara müzik ziyafeti yaşatıyordu. Ayrıca bu albümde önemli olan bir başka detay da müzik direktörünün Uzay Heparı olmasıydı.

1994’ün Mayıs ayında Uzay’ın üzücü bir trafik kazasında can vermesi sonucu Sezen, onu “Yas” adlı şarkısında andı. Şarkıyı kendisi okuyamadı ve Levent’in ikinci albümüne koydu.

1995’te Sezen Aksu, “Işık Doğudan Yükselir” adlı albümüyle Anadolu kokan şarkıları sevenleriyle buluşturdu. Müzik bakımından en iyi Sezen Aksu albümlerinden biriydi.

Yunus Emre, Mevlana ve Aşık Daimi gibi önemli isimlerin eserleri albümde yer alıyordu. Aksu’nun eşsiz yorumladığı şarkılar arasında Fahir Atakoğlu’nun da iki eseri vardı.

Ses getiren albümlerinden biri olan Düğün ve Cenaze, 1997’nin Aralık ayında piyasaya çıktı. Fakat bu ses getirme diğerlerinden farklı olarak olumsuz yöndeydi.

Bazı eleştirmenler Sezen’in ne dediğini anlamadığını bile dile getirmişti. Tüm bu yorumlar albümün satışlarının kötü olmasına sebep oldu. 9 adet Goran Bregoviç, 1 adet de Kurtis Jasavev bestesi vardı.

1998’in Nisan ayında Levent Yüksel’in üçüncü albümü Adı Menekşe piyasaya çıktı. Sezen Aksu üçüncü kez prodüktörlük yaptı. Aynı yıl Minik Serçe Adı Bende Saklı albümünü çıkardı.

1999’un son günlerinde Aksu hayranlarına bir sürpriz yaparak “Sarı Odalar” adlı bir single çıkardı. Parçanın klibi 3. köprüyü protesto amaçlı Arnavutköy’de çekildi.

2000’li Yılları

2 Haziran 2000 tarihinde “Deliveren” adlı albümünü çıkardı. 1 milyona yakın bir gelir elde etti. Oh Oh, Kahpe Kader ve Keskin Bıçak şarkıları albümün hitleriydi.

2001’in Temmuz ve Ağustos aylarında 6 konser verdi. O dönemler Işın Karaca’nın prodüksüyonluğunu yaptı. Işın da Sezen’in vokalistiydi.

2002 yazı da her gününü dolu dolu geçiren ünlü sanatçı 12 Haziran’da Açıkhava konserlerine başladı. Türkiye’nin bütün dillerini ve medeniyetlerini yansıtan “Türkiye Şarkıları” adlı konser serisini sundu.

Bu konserlerinde ünlü sanatçıya Diyarbakır Belediyesi Çocuk Korosu’nun yanında Ermeni, Rum, Ortodoks ve Musevi koroları eşlik etti. Sahnede Türkçe, Kürtçe, Ermenice ve Rumca şarkılara yer verildi.

Minik Serçe her yaptığıyla gündeme konu oluyordu. Çok konuşulan Türkiye Şarkıları, 1 Mayıs 2002’de Hürriyet Gazete’sinde manşette yer aldı. “Yasa Meclis’ten, icraat Sezen’den” yazılmıştı.

2003 yaz sonunda Yaz Bitmeden ve 2005’te Bahane adlı albümleri çıktı. Bahane’ye ilgi çok büyüktü. İlk iki haftasında 320 bin satışa ulaştı. Yıl sonunda Türkiye’nin en çok satan albümüydü.

Bunun yanında ünlü sanatçı 1975-2006 yılları arasında yazdığı şarkı sözlerini 2006’da çıkardığı Eksik Şiir adlı kitabında bir araya getirdi. Sanatçının şiir kitabı da rağbet gördü ve ilk 4 gününde 17.000 adet satış elde etti.

2008 yılının Haziran ayında “Deniz Yıldızı” albümü çıktı. Uzun yıllar birlikte çalıştığı Onno Tunç’un piyano örnekleri bu albümde yer alıyordu.

Diğer albümlerinden farklı olarak Aksu’nun bu albümünde caz tınıları vardı. Aksu, bu albümde yer alan “Tanrı’nın Gözyaşları” adlı şarkıyı Türkiye’de barış ortamı oluşması adına yazdığını dile getirdi.

2009 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı arayıp Kürt Açılımı’na destek vermekten ötürü Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Hikmet Çetinkaya tarafından eleştirilmiş, tepki toplamıştı. Aksu’nun babasının Fethullahçı olduğu konuşuldu.

Bu konuda sanatçı dostları Sezen’i destekledi ve onun yanında oldular. Ünlü sanatçı, 2010’da Amerikan NPR Radyosu’nca belirlenen “50 Büyük Ses” Listesi’nde yer aldı.

Türkiye’nin önde gelen sanatçılarından Sezen Aksu, 2010 yılının Nisan ayında İsveç’in başkenti Stockholm’de Fahir Atakoğlu ile konser verdi. Konser çok sayıda Türk ve İsveçli hayranları tarafından ilgi gördü.

Sezen Aksu’nun Albümleri ve Şarkıları

Sezen Aksu’nun Albümleri ve Şarkıları

Yorumladığı eserlerin hemen hemen birçoğu kendisine ait olan ünlü sanatçı Sezen Aksu, sanatın her dalındaki başarısını öncelikle kendine kanıtlamıştı. Fakat o, kendini en yakın hissettiği müzikte bugün tüm Türkiye’nin en sevilen isimleri arasında oldu.

Her bir şarkı yorumuna duygularını katan, şarkıyı söylemekle kalmayıp adeta yaşayan sanatçı bugüne kadar dünya genelinde 40 milyondan fazla albüm sattı. Onun ruhumuza işleyen albümlerinde yer alan bazı şarkılarına şöyle yer verdik:

Ağlamak Güzeldir

Sezen Aksu’nun Albümleri ve ŞarkılarıÜnlü sanatçının 1 Ocak 1981 çıkış tarihli, dördüncü stüdyo albümüdür. 10 şarkı yer alır.

Albümde bulunan “Yak Bir Sigara” adlı şarkıda Aksu, Özdemir Erdoğan ile düet yapmıştır. Albüme ismini veren şarkı, bizzat Sezen Aksu’nun kendisine aittir.

Firuze

Sezen Aksu’nun Albümleri ve ŞarkılarıAksu’nun 2 Temmuz 1982 tarihinde çıkmış olan beşinci stüdyo albümüdür. Albüm 10 şarkıdan oluşur.

Plak Sezen Aksu imzalıdır. Kervan Plak aracılığıyla piyasaya sürülmüştür.

Sen Ağlama

Sezen Aksu’nun Albümleri ve ŞarkılarıBu albümün çıkış tarihi 6 Eylül 1984’tür. Sanatçının altıncı stüdyo albümüdür. 10 şarkıdan oluşmuştur.

Albümde yer alan şarkıların çoğu Aysel Gürel ve Sezen Aksu sözlerine yapılan Onno Tunç besteleriyle oluşturulmuştur. Albüm yayınlandığı günden itibaren büyük ilgi görmüştür.

Gülümse

Sezen Aksu’nun Albümleri ve ŞarkılarıÜnlü sanatçının bu albümü 16 Temmuz 1991 tarihinde çıkmıştır. Coşkun Plak tarafından satışa sunulmuştur. 10 şarkıdan oluşmuştur.

Cem Karaca Kimdir? Hayatı, Albümleri ve Şarkıları
Cem Karaca Kimdir? Hayatı, Albümleri ve Şarkıları

Albüm 1990’lı yılların efsaneleri arasında yer almış, çok beğenilmiştir. 2 milyondan fazla satış yapmış, Türkiye’nin en çok satanları arasına girmiştir.

Öptüm

ÖptümSanatçının bu stüdyo albümü 23 Mayıs 2011’de yayınlanmıştır. Albümdeki şarkılardan biri Cemal Süreya’nın “Sayım” adlı şiirinden oluşmaktadır.

10 şarkıdan oluşan albüm, Aksu’nun “Bakarsın umduğundan iyi geçer yaz…” şeklindeki mesajıyla dinleyicilerin beğenisine sunulmuştur. Sanatçı, albümdeki şarkıların hayatının neşeli ve tadı yerinde bir dönemine ait olduğunu dile getirmiştir.

Münir Özkul Kimdir? Hayatı ve Filmleri

$
0
0

Hayat verdiği karakterlerde hep babacan bir tavır takınan, sert görünümlü ama bir o kadar da merhametli bir oyuncu olan Münir Özkul, Türk tiyatro ve sinemasının en önde gelen oyuncularından biridir. Özellikle Adile Naşit ile birlikte rol aldığı filmler Yeşilçam’ın en iyileri arasındadır.

Komediden drama her türlü filmde rol aldığı sanat hayatına tiyatro ile başlamış; filmlerinde onurun ne demek olduğunu, insanın şerefi uğruna nelere göğüs gerebileceğini tüm halka öğütlercesine oynamıştır. Kimi zaman ağlatır, kimi zaman güldürür ama güldüğünde adeta izleyicilerin yüreğine dokunur.

Zeki Alasya Kimdir? Hayatı ve En Ünlü 10 Filmi
Zeki Alasya Kimdir? Hayatı ve En Ünlü 10 Filmi

Türk sinemasının duayeni Münir Özkul; Türkiye’de sinema yaparken sevginin, emeğin, kardeşliğin ve ailenin değerini izleyicilere en iyi anlatan sanatçılardan biriydi. 93 yıllık hayatını tutkunu olduğu tiyatro ve sinemaya adadı. Aşağıda ünlü oyuncunun hayatını, oyunculuk kariyerini ve özel yaşamına dair detayları bulabilirsiniz.

Münir Özkul Kimdir?

Münir Özkul Kimdir?Türk meddah, tiyatro ve sinema oyuncusudur. Türk tiyatro ve sinema tarihine damga vurmuş, ünlü bir isimdir. Halk tarafından özellikle Hababam Sınıfı filmi serilerindeki “Kel Mahmut” karakteriyle tanınır.

15 Ağustos 1925 tarihinde İstanbul’un Bakırköy semtinde dünyaya gelmiştir. Eski Osmanlı paşalarından birinin torunudur. Oyuncu ve sunucu Güner Özkul’un babasıdır.

Türk sinemasında karakter oyunculuğu denince akla ilk gelen isimler arasında olan Özkul, rol aldığı çok sayıda filmle sinema oyunculuğundaki başarısını defalarca gözler önüne sermiştir. Hayatı boyunca 200’den fazla filmde rol almıştır.

Küçüklüğünden beri seyreden oyunculuk merakı onu neredeyse bir asrın en ünlü oyuncularından biri yapmıştır. Özkul, halkın ona duyduğu sevginin yanında çok sayıda ödül de almıştır.

Münir Özkul’un Hayatı

Münir Özkul’un HayatıKendisinden önce dünyaya gelen iki kız kardeşinden sonra dünyaya gelen Münir, ailesinin göz bebeği olmuştu. Herkes onun üzerine titriyordu.

Paşalıktan gelen soylarının o şekilde ilerlemesi gerektiğini düşünen ailesi çoktan karar vermişti. Münir de tıpkı paşa dedesi gibi bir paşa olmalıydı.

İçine kapanık bir çocukluk geçiren Münir, bir paşanın soyundan geliyor gibi davranmıyordu. O ailesinin isteğini yerine getirmek istemiyordu. Paşa olma gibi bir düşüncesi yoktu.

İşte onun bu içine kapandığı zamanlarda Bakırköy’deki meşhur Miltiyadi Sineması onun adeta sığınağı olmuştu. İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdi.

Fakat lise yılları onun için bir hayli zordu. Çünkü sürekli okuldan kaçıyor, kendini sinemaya atıp orada Amerikan ve Fransız filmleri izliyordu.

Geceleri de aynı sahnede oyunlar izleyip alkış tutuyordu. İsmail Dübüllü’ye ise büyük bir hayranlık duyuyordu. Bu duygusu ona ileride ışık olacaktı.

Üniversite yıllarında aynı zamanda oyunculukla da uğraşıyor olacaktı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi’nde Sanat Tarihi Bölümü’ne bir süre devam etti.

Tiyatroya Duyduğu İlgi

Özkul’un üniversite yıllarında tiyatro sevgisi hep ağır bastı. Her ne kadar sakin ve içine kapanık bir çocuk olsa da cesur, aynı zamanda tutkulu bir kişiliği vardı.

15 yaşındayken okulu bırakıp oyuncu olmaya karar vermişti. Fakat ailesinin buna karşı çıkacağını biliyordu. Bu nedenle bu işi gizlice yapmaya karar verdi.

Ailesinden gizli Bakırköy Halkevi’ne gitti. Oyunculuğa ilk adımını burada attı. Yeteneği kısa sürede fark edildi ve artık profesyonellik yolunda emin adımlarla ilerleyebilirdi.

Amatörlüğünü Bakırköy Halkevi’nde aştı ve her gün kendi yeteneğinin o da farkına varıyordu. Bir süre İstanbul Devlet Tiyatrosu oyunculuğundan sonra Ankara Devlet Tiyatrosu’na geçti.

İstanbul Şehir Tiyatrosu, Münir Özkul’un tiyatroda profesyonelliğe attığı ilk adımdı. Çünkü burada, bir birey olarak özgür ruhuyla özel tiyatrolarda çalışabileceği inancına sahip olmuştu.

Çalıştığı ilk özel tiyatro Ses Tiyatrosu’ydu. Kısa bir süre burada kaldı. 1948’de Ses’te sahneye çıktığı “Aşk Köprüsü” oyunuyla büyük ses getirmiş, ilgi görmüştü.

Özkul, buradan sonra Muhsin Ertuğrul yönetimindeki Küçük Sahne’de rol aldı. 1951 yılında John Steinbeck’ten “Fareler ve İnsanlar”, 1954’te “Yaz Bekarı” ve 1955’te “Çayhane” gibi önemli oyunlarda oynadı.

Sinema Dünyasına Girişi

Münir, askerlik yaptığı sırada beyaz perdeye adımını attı. Arkadaşı Sırrı Gültekin, “Vatan ve Namık Kemal” filminde yönetmen asistanlığı yapıyordu. Münir arkadaşını ziyarete film setine gitti.

O sırada filmde üniformalı bir figürana ihtiyaç vardı ve Münir kendini bir anda sahnede bulmuştu. İleride hatıra olur düşüncesiye geçtiği kamera karşısı onun adeta tüm hayatı olacaktı.

1950’li yıllarda Münir Özkul sinemada artık tamamen keşfedilmişti. Siyah beyaz filmlerin olmazsa olmazı haline geldi. Kendine özgü tavrı ve mimikleri izleyiciler tarafından büyük beğeni topluyordu.

O dönemlerde sinema tıpkı günümüzde olduğu gibi yabancı sinemanın etkisindeydi. Burhan Felek tarafından dönemin ünlü filmi “Lorel-Hardi” ikilisi Türk sinemasına “Edi ile Büdü” olarak uyarlandı.

1952 yılında sinema hayatına “Edi ile Büdü Tiyatrocu” ve “Edi ile Büdü” filmleriyle aktarıldı. Bu filmde Münir “Edi” ve rol arkadaşı Vasfi Rıza Zobu ise “Büdü”yü canlandırdı. Film büyük ilgi gördü.

Ünlü oyuncu Özkul, sinemadaki ilk yıllarında hep İpek Film yapımı komedi filmlerindeki mimikleriyle konuşuluyordu. Fakat sonraki yıllar, yani asıl başarı gösterdiği 70’lerde Arzu Film yapımı filmlerde rol alacak ve hangi sahnede ona ihtiyaç olduğunu bilecekti.

1969 yılında Orhan Aksoy’un yönetmenliğindeki “Fakir Kızı Leyla” adlı filmde evin kahyası olarak rol aldı. Filmde en çok ilgi gören oyuncuydu. Bu filmden sonra ona çok kez aynı kalıpta rol teklifleri gelecekti.

Sinemada hiçbir filmde kötü rolde oynamayan Özkul, hep yufka yüreğiyle tanınacaktı. Nerede iyi yürekli bir baba rolüne ihtiyaç duyulsa, orada Münir rol alıyordu.

Bulvar Tiyatrosu’nu Kurması

Geçen yıllarla birlikte Münir hem tiyatroda hem de sinemada başarıyla ilerliyordu. Tiyatro kariyerine devam ettiği Küçük Sahne’den sonra 1958 yılında tekrardan İstanbul Şehir Tiyatroları’na girdi.

Bundan bir yıl sonra da Ankara Devlet Tiyatrosu’na geçti. 2 yıl burada kaldı ve daha sonra 1960’ta İstanbul’un Aksaray semtinde, arkadaşlarıyla birlikte Bulvar Tiyatrosu’nu kurdu. Grup 2 yıl ayakta kaldı.

1963 yılından itibaren 4 yıl boyunca çeşitli topluluklarla turnelere çıktı. Tiyatro ve sinema onun hayatının olmazsa olmazıydı. Fakat bir süre sahnelerden uzak kaldı.

1978 yılında yeniden Şehir Tiyatroları’na döndü. 1983’te ise Dormen Tiyatrosu’nda ve ardından da kendi tiyatrosunda sahnelediği “Generalin Aşkı” ile sahnelerde yeniden boy gösterdi. Bu oyun büyük ilgi gördü.

İsmail Dümbüllü Kavuğu

Ünlü oyuncu 1968 yılında Altan Karındaş Topluluğu’nda izleyiciyle buluşan “Kanlı Nigar” oyunundaki performansıyla “İlhan İskender Armağanı”nın sahibi oldu. Bu ödül, onun üstün yeteneğinin bir getirisiydi.

Münir’in içine küçük yaştan itibaren oyuncu olma isteğini düşüren aslında İsmail Dümbüllü’ye duyduğu hayranlıktı. Kanlı Nigar oyununun asıl ödülünü de bu isimden aldı.

Çünkü İsmail Bey, 1968 yılında Arena Tiyatrosu’nda bu oyunun prömiyerinde Münir’e ve oyunculuk yeteneğine hayran kalmıştı. Uzun süredir yanında istediği ismi bulduğunu anlamıştı.

Dümbüllü Özkul’a “Sen kitaplı tiyatrodan geliyor olsan da yerine göre Pişekar, yerine göre Kavuklu olmayı başardın. Kavuk senin hakkın” diyerek, Türk Tiyatrosu’nun sembolü haline gelmiş kavuğu hediye etti.

Kavuk, İsmail’e ise Kel Hasan’dan devredilmişti. Münir Özkul da bu kavuğu 1989 yılında Ferhan Şensoy’a, Şensoy da 2016’da Rasim Öztekin’e devretti.

Türk tiyatrosu ve sinemasının usta ismi Özkul ayrıca 1978 yılında “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı”ndaki başarısıyla “Avni Dilligil Ödülü”ne layık görüldü. 1979 yılında ise “Ulvi Uraz” ve “İsmet Küntay”; 1980’de ise “İsmail Dümbüllü Ödülleri”ni kazandı.

Ortaoyuncular Topluluğu’na Katılması

1980 yılında Münir Özkul, Ferhan Şensoy’un  Ortaoyuncular Topluluğu’na katıldı. Burada rol aldığı 4 farklı oyundan en beğenileni “İstanbul’u Satıyorum” oldu.  Daha sonra sahnelere veda etti.

1980 yılında yaptığı jübileyle 40. Sanat Yılı’nı kutladı. 1996 yılında ise Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir gece ile 55. Sanat Yılı anıldı.

1998 yılında ise Münir Özkul’a Kültür Bakanlığı tarafından “Devlet Sanatçısı” unvanı layık görüldü. Ünlü oyuncu başarılarına her yıl bir yenisini ekliyordu.

70’li Yılları

Münir Özkul, 1970’li yıllara yaklaşıldığında sinemada önemli bir başarı elde etti. Çoğunlukla Ertem Eğilmez’in yönettiği filmlerde rol alıyordu.

1974 yılında ilk kez Hababam Sınıfı çekildiğinde, usta oyuncu buradaki rolü olan Özel Çamlıca Lisesi Müdür Yardımcılığı’nı hakkıyla yerine getirmişti. Büyük ses getiren film çok beğenildi ve serisinin çekilmesine karar verildi.

Münir Özkul, Hababam Sınıfı’ndaki Mahmut Hoca karakteriyle sert görünümünün yanında bir de babacan kimlik barındırıyordu. Bu tavırlarıyla Yeşilçam filmlerinin en önde gelen isimlerinden biri oldu.

Tıpkı kendisi gibi başarılı bir oyuncu olan Adile Naşit ile efsanevi bir ikili haline geldiler. İkili, rol aldığı filmlerle Türk sinema tarihine adlarını altın harflerle yazdırmayı başardı.

Özkul; Mavi Boncuk, Bizim Aile, Aile Şerefi, Gülen Gözler, Neşeli Günler ve daha nice Yeşilçam filminde aldığı rollerle hafızalara kazındı.

Sanat Hayatında İlerleyişi

Büyük usta 1972 yılında “Sev Kardeşim” filmindeki rolüyle Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Erkek Oyuncu Ödülü”nün sahibi oldu. Onun için her bir ödül ayrı bir gurur kaynağıydı.

Yıl 1977 olduğunda meşhur filmi Bizim Aile’deki “Yaşar Usta” rolüyle Azerbaycan Film Festivali’nde özel bir ödüle layık görüldü. Bu film çok büyük ilgi görmüştü.

O, her ne kadar tiyatro ve sinemanın ustası olsa da 90’lı yıllarda yine çok başarılı olacağı dizilerde rol almaya başladı. “Uzaylı Zekiye”, “Ana Kuzusu” ve “Şaban İle Şirin” gibi 90’ların sevilen dizilerinde oynadı.

2000’lere gelindiğinde ise Reyting Hamdi’de Yarmagül’ün dedesi olarak televizyon ekranlarında çıktı. Ünlü oyuncu dizilerde de başarıyı yakalamıştı.

Evlilikleri

Münir Özkul, hayatı boyunca 4 evlilik yaptı. Hareketli bir özel hayatı vardı. İlk eşi Şadan Hanım’dan bir kızı, bir de oğlu oldu.

Özkul, daha sonra Suna Selen ile hayatını birleştirdi. Çiftin bu evliliğinden Güner isimli bir kızı dünyaya geldi. Eşi Suna ile tam 14 yıl birlikte yaşadılar fakat bunun sadece 6 yılında evlilerdi.

Kızları Güner beklemedikleri bir anda dünyaya gelmiş, o dönemlerde Münir alkol tüketimi sebebiyle problem yaşıyordu. Bu nedenle Güner 3 aylıkken ona anneannesi bakmaya başladı.

Güner’in anneannesi ölümüne kadar torununu yanından ayırmadı. O öldüğünde küçük kız 7 yaşındaydı. Bunun üzerine anne ve babasının yanında yaşamak durumunda kaldı.

Fakat bu kez de annesi Suna Selen, başka birine aşık olmuştu ve Münir Özkul’dan boşandı. Güner ise babası Münir ile kaldı.

Özkul üçüncü evliliğini Tophaneli örümcek lakabıyla bilinen Yaşar Hanım ile yaptı. Fakat bu evlilik de uzun sürmedi ve Münir yine terk edildi.

Bunun üzerine usta oyuncu 53 yaşındayken hayatının aşkını buldu. Aşık olduğu Umman Özkul kendisinden 28 yaş küçüktü. Çift 1986 yılında evlendi ve bu evlilik Özkul’un ölümüne kadar devam etti. Hastalık döneminde eşi Umman usta oyuncunun hep yanındaydı.

O dönemlerde Özkul’un inişli çıkışlı özel hayatı gündem oluyordu. Kızı Güner Özkul ise bu durumu “Babam evlenmekten değil, boşanamamaktan korkar.” cümlesiyle dile getirmişti.

Hastalık Dönemleri ve Ölümü

2003 yılında büyük ustaya KOAH ve demans teşhisi konuldu. Özkul o günden sonra evinden çıkmak ve birileriyle görüşmeyi istemedi. Gürdal Tosun’un ölümü onu derinden üzmüştü.

Demans (bunama) hastalığı onun hafızasını yitirmesine sebep olmuştu. Bu nedenle Münir, hayatta olmayan pek çok arkadaşını yaşıyor sanıyordu.

Türk sinemasının efsanevi ismi Özkul, tedavisini gördüğü hastalıklara yenik düştü ve 5 Ocak 2018 tarihinde, İstanbul’da hayata veda etti. Cenazesi 7 Ocak 2018’de Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde düzenlenen anma töreninin ardından Bakırköy Mezarlığı’na defnedildi.

Özkul’un aramızdan ayrılışı tiyatro ve sanat dünyası için büyük bir kayıp oldu. 93 yıllık hayatına sığdırdığı sayısız başarı ile unutulmaz filmleri her neslin neşesi, kimi zaman hüznü oldu. Yeşilçam’a adadığı hayatı ve içimizi ısıtan filmleriyle hep hatırlanacak…

Münir Özkul’un Filmleri

Münir Özkul’un FilmleriTürk sinemasına verdiği emeklerle adını altın harflerle yazdıran Münir Özkul, başarılı oyunculuk kariyerine 200’ü aşkın film sığdırmıştır. Canlandırdığı karakterle özdeşlemiş, uzun yıllar boyunca o karakterlerle anılmıştır. Özkul’un çok sevilen filmlerinden birkaçını şöyle sıraladık:

Yumurcak

Münir Özkul’un Filmleri1961 yılında gösterime giren bu film Aydın Arakon’un yönetmenliğindedir. Münir Özkul bu filmde Fikret karakterini canlandırmıştır.

İki gazetecinin Yumurcak adlı çocuğun şahit olduğu bir cinayeti çözme hikayesi filmde konu edilir. Fikret ve Doğan’dan işlenen cinayetle ilgili haber hazırlamaları istenir. Cinayeti çözüm aşamasında Yumurcak’la ilgili bazı gerçekler de gün yüzüne çıkar.

Fakir Bir Kız Sevdim

Münir Özkul’un Filmleri1966 yapımı bu filmin yönetmeni Sırrı Gültekin’dir. Cüneyt Arkın ve Gönül Yazar başrollerde yer alır. Filmde zengin bir adamın fakir bir kadına aşık olması konu anlatılır.

Zengin adam nişanlanacağı kızı test etmek için tüm yakın çevresine battığının haberini verir. Bunun üzerine nişanlısı ondan ayrılır.

Şıngırdak Şadiye

Münir Özkul’un Filmleri1982 yapımı bu filmin yönetmeni Nuri Ergün’dür. Münir Özkul, Rıza Baba karakterine hayat verir. Filmde varlıklı bir aileden gelen ve şımarık bir kız olan Şadiye’nin, kahvecinin oğlu Bülbül Tevfik’le aşk öyküsü konu anlatılır.

Kızlar Sınıfı Tatilde

Münir Özkul’un Filmleri1986 yapım tarihli bu filmin yönetmeni Sami Güçlü’dür. Münir Özkul filmde müdür karakterine hayat verir.

Halit Akçatepe Kimdir? Hayatı ve En Ünlü 10 Filmi
Halit Akçatepe Kimdir? Hayatı ve En Ünlü 10 Filmi

Filmde, kızlar sınıfı Türkiye Yüzme Şampiyonası’nda galip gelir ve ödül olarak tatile gönderilirler. Fakat Müdür Bey bu tatili balkan şampiyonası için bir kampa dönüştürmeyi planlar.

Ya Ya Ya Şa Şa Şa

Münir Özkul’un Filmleri1985 yapımı bu filmin yönetmeni Ümit Efekan’dır. Başrollerde İlyas Salman ve Deniz Akçura rol almıştır. Münir Özkul Selami karakterine hayat verir.

Filmde ünlü bir futbolcu olan kapıcının oğlu İlyas ve onunla aynı mahallede yaşayan bir kız olan Ayşe’nin yaşadığı aşk anlatılır. Fakat ailesi kızlarının İlyas’a layık olmadığını düşünür.

Cemal Reşit Rey Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Cemal Reşit Rey, Türkiye Cumhuriyeti tarihine efsanevi Onuncu Yıl Marşı ile adını yazdırmıştır. Batı yöntemlerinin kullanıldığı çoksesli Türk Sanat Müziği’nin gelişimine sayısız katkı sağlamış bir isimdir. Besteciliğin yanı sıra orkestra şefliği, piyanist ve öğretmen olarak da büyük başarı kazanmıştır.

Üstün yetenekli bir Türk çocuğu olarak büyük takdir toplamış olan Rey, pek çok öğrenci yetiştirmiş ve 81 yıllık yaşamında müzik dünyasının bir numaralı ismi olmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında birçok konser yönetmiştir. Ayrıca dünyaca ünlü sanatçıları şef olarak Türkiye’de ağırlamıştır.

Fazıl Say Kimdir? Hayatı ve En Ünlü Besteleri
Fazıl Say Kimdir? Hayatı ve En Ünlü Besteleri

Onuncu Yıl Marşı’yla Türkiye’de bambaşka bir isim haline gelmiş ve bundan sonraki en ünlü eseri Lüküs Hayat ile 1930’lardan 1990’lara kadar konuşulmuştur. Aşağıda Osmanlı’yı Cumhuriyet’e bağlayan besteci Cemal Reşit Rey’in hayatını ve kusursuz sanatına dair detayları bulabilirsiniz.

Cemal Reşit Rey Kimdir?

Cemal Reşit Rey Kimdir?Cemal Reşit rey, Cumhuriyet tarihinin ilk kuşak bestecilerinden olup, önemli bir isimdir. Günümüzde dillerden düşmeyen “Onuncu Yıl Marşı” ve “Lüküs Hayat” opereti gibi değerli eserlerin yapımcısıdır.

25 Ekim 1904 tarihinde Kudüs’te dünyaya gelmiştir. Ahmet Reşit Rey’in oğludur. Rey ailesinin, Osmanlı döneminde saraya yakın olan önemli ve saygın ailelerden biri olduğu bilinmektedir.

Cemal Reşit Rey, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli ilk bestekarlarından biridir. Türk Beşleri olarak anılan bir grubun üyesidir. Birçok ölümsüz eserin yaratıcısıdır.

Rey, İstanbul Şehir Orkestrası’nın kurucusudur. En önemli eseri Onuncu Yıl Marşı ile adeta Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yepyeni bir sayfa açmıştır.

Cemal Reşit Rey’in Hayatı

Cemal Reşit Rey’in HayatıÜnlü bestecinin babası Ahmet Bey, Kudüs’te mutasarrıf olarak görev yapıyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli bir diplomat ve yazardı.

Oğlu Cemal’in müziğe olan ilgisini küçük o yaşlardayken fark etti. Yaşıtları oyunlarla meşgulken, o henüz küçük yaşlarda bir akeordiyonu çalmaya çalışıyor, sonra ondan çıkan sesleri taklit ediyordu.

Ahmet Bey oğlunu hep müzikle büyütmeye çaba gösterdi. Cemal Reşit Rey beş yaşındayken Kudüs’ten İstanbul’a döndü. Küçük Rey, ilkokul çağlarındayken piyano dersleri almaya başladı.

Lise Yılları ve Paris’teki Eğitimi

Ünlü bestekar Galatasaray Lisesi’nde okumaya başladı. 1913 yılına gelindiğinde babasının işi sebebiyle Paris’e taşınmak durumunda kaldı.

Paris’te bir hayat sürmek, sanat ve müziğe tutkuyla bağlı olan Cemal Reşit Rey için paha biçilemez bir fırsat oldu. Burada konservatuar eğitimi aldı.

Daha küçük yaşlardayken Mahler’i orkestra yönetirken görme fırsatını yakaladı. Ayrıca konservatuar eğitimi aldığı sırada kendisini hem müdürü hem de dönemin ünlü bestecisi Gabriel Faure dinledi.

Kısa süre sonra Faure ve konservatuar müdürü tarafından yeteneği keşfedildi ve Faure, ünlü piyanist Marguerite Long’dan ücretsiz ders almasına bizzat aracı oldu. Rey 19 yaşına gelene kadar bu böyle devam etti.

1.Dünya Savaşı başlayınca Rey ailesi Paris’ten Cenevre’ye taşındı. Cemal Reşit Rey burada da konservatuar eğitimine hız kesmeden devam etti. Konservatuarın ustalık sınıfına kadar yükseldi.

1919 yılında İstanbul’a döndüğünde babası tarafından bir piyano hocasına yönlendirildi. Fakat bu, Marguerite Long’dan eğitim almış bir öğrenci için elbet yetersiz kalacaktı.

Öğretmenin Rey için yetersiz kalacağı anlaşılınca ünlü besteci yeniden Paris’e, Marguerite Long’un yanına gönderildi. Bu dönemde Gabriel Fauret’ten müzik estetiği eğitimi aldı.

Bestecilik, piyanistlik ve orkestra şefliği üzerine dersler aldı. Etkileyici besteleriyle henüz o yıllarda dikkat çekmeye başladı. Cumhuriyet’in ilanından iki ay önce Paris Konservatuarı’ndan mezun oldu.

Bu dönemlerde İstanbul Belediyesi Darülelhan’a (ilk konservatuar) Batı Müziği bölümü açılmasına karar verildi. Buraya hoca olarak henüz genç yaştaki Cemal Reşit Rey çağırıldı.

Onu Avrupa’da bekleyen başarılı bir kariyere rağmen bu çağrının üzerine 19 yaşındayken İstanbul’a döndü. Hocaları onu Paris’te kalmaya ikna edememişti.

Tarihimizin en ünlü bestekarlarından Rey, Türkiye’ye döndükten sonra çok sayıda başarılı işe imza attı. Batı’daki kariyerini bırakıp dönmesi onun kariyerini aşağı çekmek yerine tam tersi parlamasını sağladı. Döndükten sonra yaşamı boyunca Türkiye’den hiç ayrılmadı.

Kariyerindeki Başarılı Dönemleri

Değerli besteci Ankara ve İstanbul Radyoları’nda uzun yıllar görev yaptı. Yurt dışında birçok konser verdi. Çoksesli Türk müziğini yaygınlaştırmaya uğraştı.

Türk Halk Müziği ezgilerinden faydalanarak 1933 yılında Lüküs Hayat adlı eserini, 1934’te “Deli Dolu”, 1935’teki “Saz-Caz” ve 1937’de “Hava-Cıva” gibi önemli operetleri izledi. Bunlar dışında konçertoları, senfonik şiirleri ve başka orkestra yapıtları da mevcuttu.

Rey’in tüm hayatı çalışarak ve üreterek geçti. Ailesiyle birlikte Nişantaşı’nda Şair Nigar Sokak’taki bir konakta yaşıyordu. Burada anne ile babası, abisi Ekrem Reşit, kız kardeşi Semine ve onun eşi Semih Argeşo ile birlikteydi.

Semih Argeşo, Cemal Bey’in kurup yönettiği İstanbul Senfoni Orkestrası’nın baş kemancılığını üstlenmişti. Kız kardeşi Semine Hanım da orada keman çalıyordu.

Rey evinde ciddi anlamda klasik müzik alanında çalışıyor, bir yandan da abisi Ekrem Bey  ile birlikte müzikal çalışmaları yapıyordu. Yapacağı klasik müzik çalışmaları o dönemde büyük ilgi görüyordu çünkü kolay bir iş değildi.

Ailesini Kaybettiği Yıllar

Bir süre sonra Rey, babası Ahmet Bey’in ölümüyle büyük sarsıntı yaşadı. Ardından kız kardeşi Semine Hanım ve eşi de ayrı bir eve çıktı.

Ardından abisi Ekrem Bey vefat etti. 1962 yılında ise Cemal Reşit, annesini kaybetti. Böylelikle ünlü bestekarın konak yaşamı sona erdi ve bir anda büyük bir yalnızlığa düştü.

Bir süre sonra abisine çok iyi bakan ve bu sebeple aile emektarı sayılan Rıfkı Ergün ve onun ailesiyle birlikte Serencebey’de bir eve taşındı. Bu dönemlerde Cemal Bey orkestradan emekli oldu. Piyano dersleri vermeye odaklandı.

Yeni evi onu sevenlerle ve öğrencileriyle dolup taşıyordu. Bir zamanlar şık kıyafetleri ile dikkat çeken Cemal Bey artık eski kıyafetler giyiyor, onu önceden tanıyanları şaşkınlığa uğratıyordu.

Bu dönemlerde birlikte yaşadığı Rıfkı Ergün’ün ailesini kendi ailesi gibi görmeye başladı. Özellikle aile üyelerinden sağır ve dilsiz olan Melek’e hep şefkatle yaklaştı.

Müzikaldeki Başarıları

1970’li yıllara gelindiğinde Cemal Reşit Rey, Haldun Dormen tarafından sahnelenecek olan bir müzikalin siparişini aldı. Halbuki ağabeyinin ölümünden sonra müzikal yazmamaya karar vermişti.

Fakat Erol Günaydın’ın yazacağı metinleri müzikleyebileceğini açıklar ve herkesi şaşırttı. Erol Günaydın ile kısa süre içinde çok iyi dost oldular ve “Yaygara’70” büyük başarı elde etti.

Ardından “Uy Balon Dünya” adlı kinci bir müzikal yapıldı fakat bu eser ilki kadar başarılı olamadı. 1980’li yıllarda Cemal Bey kendi dünyasına çekildi ve eve kapandı.

Son Dönemleri ve Ölümü

1985’te Lüküs Hayat 51 yıl aradan sonra İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda yeniden sahnelendi. Cemal Bey gala için hastaneden çıkarıldı ve Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’na getirildi.

Müzikal, aradan geçen uzun yıllara rağmen yeniden büyük bir başarı elde etti. Cemal Bey, Haldun Dormen ve Gencay Gürün tarafından alkışlar arasında sahneye çıkarıldı.

Seyirci tarafından dakikalarca ayakta alkışlanmak onu son derece gururlandırdı ve mutlu etti. Fakat bu, onun sahneye son çıkışı olacaktı.

Ertesi gün yeniden kötüleşti ve hastaneye yatırıldı. Ünlü bestekar, 7 Ekim 1985’te hayata gözlerini yumdu. Edirnekapı’daki aile mezarlığına defnedildi.

Aldığı Ödüller

Sanatçı kişiliğiyle Cumhuriyet döneminin en önemli isimlerinden biri olan Rey, hayatı boyunca onlarca eserin yaratıcısı olmuş ve pek çok ödüle layık görülmüştür. Aldığı ödüllerden bazıları şunlardır:

  • Cenevre Konservatuvarı Solfej Birincilik Ödülü (1914-1915)
  • Cenevre Konservatuvarı Piyano Birincilik Ödülü (1914-1915)
  • Cenevre Konservatuvarı Erkek Birincilik Ödülü (1915-1916)
  • Cenevre Konservatuvarı parnak Birincilik Ödülü (1915-1916)
  • İspanyol Hükümeti’nin Alfonso X el Sabio Nişanı (1953)
  • İtalyan Hükümeti’nin Stella della Solidarietà Italiana Nişanı (1957)
  • Fransız Hükümeti’nin Chevalier de la Legion d’Honneur payesi
  • Fransız Hükümeti’nin Officier de la Legion d’Honneur payesi
  • TİSAV Elli Yıl Sahnede Kalanlar Ödülü (1980)
  • İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Osman Hamdi Ödülü (1981)
  • Atatürk Sanat Armağanı (1981)
  • Devlet Sanatçısı Unvanı (1981)
  • Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Profesörü (1984)
  • Sevda-Cenap And Vakfı Altın Onur Madalyası (1985)

Enstanteneler

Cemal Reşit Rey’in Enstantaneler adlı eseri büyük ses getirmiştir. İstanbul’un değişik yerlerinde çekilmiş fotoğraflar gibi ele alınmış minyatür parçalardan oluşur.

Balıkçılar Ağ Çekiyor, Kör Dilenci Kadın, Eyüp Güvercinleri, Boş Cami Avlusu ve Bayram adlı bölümleri mevcuttur. Her bir parçası kendi içinde farklı bir gizem ve coşkuyu barındırır.

Andante-Allegro, yaylı çalgılar ve keman soloya özel yazılmıştır. İlk bölüm duygusal, lirik bir karakterdedir. Allegro olan ikinci bölümü ise neşeli ve canlı bir havadadır.

Cemal Reşit Rey 10. Yıl Marşı’nı Nasıl Besteledi?

Cemal Reşit Rey 10. Yıl Marşı’nı Nasıl Besteledi?Cumhuriyet’in ilanı üzerinden 10 yıl geçtikten sonra, 1933 yılında kutlamalar için bir marş yarışması düzenlendi. Cemal Reşit Rey, güftesi Behçet Kemal Çağlar ve Faruk Nafız Çamlıbel’e ait olan şiir üzerine bir beste yapmayı düşünür.

Bunun üzerinde uzun süre uğraşan Cemal Bey, herkesin coşku ile söyleyeceği bir marş ortaya çıkarmaya çalıştı. Fakat abisi Ekrem Reşit’e yaptığı çalışmalardan hiçbirini beğendiremedi.

Tüm uğraşların sonunda mehter ritminden esinlendi. Herkesin rahatlıkla söyleyebileceği bir eser olan 10. Yıl Marşı ortaya çıkmış, tüm Türkiye’de ses getirmişti.

Ünlü besteci eserini Ankara’da piyanoyla çalarak kendisi seslendirdi. Marş, bir heyet tarafından değerlendirilecekti. Bu heyetin içinde o dönemin Milli Eğitim Bakanı da vardı.

Bakan, Cemal Bey’e marşta “Cumhuriyet” sözcüğünde majörden minöre geçiş yaptığını bunun da cumhuriyeti küçük düşürme amacı taşıdığını iddia etti. Bunun karşısında Cemal Bey;

“Minör küçük anlamına gelir ama müzikte bu anlamda kullanılmaz. Beethoven’in Napoleone’un kahramanlıkları için yazdığı Eroica’nın ikinci bölümü de do minör tonundadır.” cümleleriyle savunmasını yaptı.

Jürinin bir başka üyesinin kahramanlık öyküsü olan Marseillaise’in de minör tonunda olduğunu belirtmesiyle durum açıklığa kavuştu. Cemal Bey yarışmada birincilik kazandı. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. Yıl Marşı çıkmış oldu.

Marş büyük ses getirdi ve bugün üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen günümüzde milli bayramların vazgeçilmezi haline geldi. Usta besteci bu marşın ardından Yedeksubay Marşı, Denizciler Marşı, Himaye-i Etfalin isimli çocuk marşını ve Atatürk için 100. Yıl Marşı’nı besteledi.

Cemal Reşit Rey’in Eserleri

Cemal Reşit Rey’in EserleriParis’te başlayan müzik hikayesini Cenevre’de virtüöz sıfatı ile sürdüren Cemal Reşit rey, henüz 19 yaşındayken piyano ve kompozisyon öğretmenliğine atandı ve bu görevi başarıyla yerine getirdi.

Sadece solistliği ve kompozitörlüğü ile değil, orkestra şefliği ve öğretmenliği ile de tanınır. Operaları, konçertoları, halk türküleri, operetleri ve marşları ile Türk müziğine katkıda bulunmuştur. Aşağıda unutulmaz bestecinin eserlerini bir araya getirdik:

Cemal Reşit Rey’in Operaları

Cemal Reşit Rey’in OperalarıÜnlü bestecinin 6 adet opera eseri bulunur. Opera alanındaki bu eserleriyle büyük beğeni toplayan sanatçı, bu şekilde dünyaca ünlü bir isim olmuştur.

Cemal Reşit Rey’in Operet ve Müzikalleri

Cemal Reşit Rey’in Operet ve MüzikalleriCemal Reşit Rey, operet yazmaktan her zaman keyif aldığını dile getirmiştir. Ağabeyi ve sahne sanatçılarıyla yaşadığı anılardan hep sıcak bir şekilde söz etmiştir. Operetleriyle ilgili;

“Zerafet, incelik, nükte, hoşgörü… Bir sırada elli kişi oturmuş ve elli kişi de gülüyorsa bu bir sosyal hadisedir. Operet bestelediğim yıllar hayatımın en zevkli, en neşeli yıllarıdır. Sahne sanatçıları ile kısa sürede kaynaşmıştık. Onlarla konakta buluşur, şarkılar söyler çalışırdık. rahmetli biraderimin ölümü ile operet devri benim için kapanmış oldu.” şeklinde konuşmuştur.

Ünlü besteci 1932-1942 yılları arasında abisi Ekrem Reşit Rey ile birlikte operet ve revü müzikler bestelemiştir. Bu dönemlerde Cemal Bey bir yandan klasik eserler üzerine yoğunlaşmış, bir yandan da Viyana ve Paris havasını İstanbul’a taşımaya uğraşmıştır.

Ünlü bestekar tarafından sahnelenen her oyun ayrı bir ses getirmiştir. Bazı müzisyenler tarafından onun zamanını boşa harcadığı düşünülse de kendisi bu çalışmalarından hep gurur ve sevgiyle söz etmiştir. Ona göre operet ve müzikaller sanat ile eğlenceyi düzeyli bir biçimde bir araya getirmektir.

Rey kardeşlerin ilk operet çalışması, dönemin Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Muhsin Ertuğrul ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ tarafından talep edilir. “Üç Saat” adlı operet bu talep üzerine ortaya çıkmıştır. Beş ay boyunca kapalı gişe oynamıştır.

Cemal Reşit Rey’in Orkestra Yapıtları

Cemal Reşit Rey’in Orkestra YapıtlarıMüziğe büyük bir tutkuyla bağlı olan sanatçı hayatı boyunca bestecilik, eğitmenlik ve müzisyenliğin yanı sıra orkestrayla ilgilenmiş ve yöneticiliğini de yapmıştır. Henri Dofesse’den orkestra eğitimi almıştır. Bu alanda 14 eseri Türk müziğine kazandırmıştır.

Sezen Aksu Kimdir? Hayatı ve Şarkıları
Sezen Aksu Kimdir? Hayatı ve Şarkıları

Cemal Reşit Rey’in Konçertoları

Cemal Reşit Rey’in KonçertolarıÜnlü müzisyenin 4 adet konçerto eseri bulunur. Bu eserlerde keman, piyano ve gitar gibi farklı enstrümanlar kullanılmıştır.

Cemal Reşit Rey’in Konçertant Parçaları

Cemal Reşit Rey’in Konçertant ParçalarıYaşamı boyunca kendini canlı ve üretken bir yaratıcılıkla tanıtan ünlü besteci, 3 adet konçertant parçasının yaratıcısıdır. Sanatçının her bir eseri büyük değer görmektedir.

Cemal Reşit Rey’in Oda Müzikleri

Cemal Reşit Rey’in Oda MüzikleriÜnlü besteci oda müziği alanında 9 farklı eser ortaya koymuştur. Türk Beşleri’nin en emektarları arasında olan rey, eserleri Türkiye dışında ün kazanan tek besteciydi.

Cemal Reşit Rey’in Şan ve Orkestra Eserleri

Cemal Reşit Rey’in Şan ve Orkestra EserleriÜnlü bestecinin bu grupta beş eseri bulunmaktadır. Hayatı boyunca çeşitli orkestranın şefliğini yapmış ve bu alandaki eserleriyle başarıyı yakalamıştır.

Cemal Reşit Rey’in Şan ve Piyano Eserleri

Cemal Reşit Rey’in Şan ve Piyano EserleriHenüz küçük yaşlardayken piyano eğitimi alan ünlü besteci bu başarılı müzik kariyerinde bu alanda gelişim göstermiştir. Bestecinin bu grupta 10 eseri bulunur.

Cemal Reşit Rey’in Koro Eserleri

Cemal Reşit Rey’in Koro EserleriMüziğin adeta bütün alt dallarında başarı gösteren Rey, bu grupta 3 eser vermiştir. Bunların ikisi halk türkülerini içerir.

Cemal Reşit Rey’in Marşları

Cemal Reşit Rey’in MarşlarıTürkiye Cumhuriyeti tarihinde yankı uyandıran 10. Yıl Marşı’yla ün kazanan Cemal Reşit Rey, bu ünlü marşından sonra 3 marşın daha besteciliğini yapmıştır. Bunlardan birini Mustafa Kemal Atatürk’e armağan etmiştir.

Cemal Reşit Rey’in Piyano Yapıtları

Cemal Reşit Rey’in Piyano YapıtlarıMüziğin her alanındaki başarısı gibi aldığı eğitimler sayesinde piyanoda da başarı göstermiştir. Bu grupta 7 adet eseri bulunur.

Cemal Reşit Rey’in Sahne Müzikleri

Cemal Reşit Rey’in Sahne MüzikleriÜnlü besteci bu grupta 5 adet eser vermiştir. 70 yılı aşan yaratıcılık, icracılık, yönetmenlik ve organizatörlük deneyimlerini farklı yönlerde karakterize edebilmiştir.

Bale Hakkında Bilgiler; Bale Nedir, Tarihçesi ve Faydaları Nelerdir?

$
0
0

Tüm dünyada sakinliğin, dinginliğin ve asaletin sembolü olarak bilinen bir dans türüdür bale. Oldukça zarif ve kibar vücut hareketleriyle sergilenen bu dans türü çok eski bir tarihe sahip. Rönesans döneminde ortaya çıktığı bilinen ve İtalya’nın dünyaya armağanı olan bale en yalın ifadeyle müziğe dayalı bir dans gösterisi olarak tanımlanır. Tek başına veya bir toplulukla birlikte icra edilebilen balede danslar bir koreografi kullanılarak yapılmaktadır.

Bale, ülkemizde pek gelişme göstermemiş olsa da dünya üzerinde önemli bir konuma sahiptir. Gelişmiş dünya ülkelerinde birçok kişi tarafından tercih edilen bir dans türüdür. Bale eğitiminin çocukluk yaşlarında başlaması gerektiğini bilmek gerekir. Aksi takdirde vücut bale figürlerine ileri ki yaşlarda uyum sağlayamayabilir. Bale yapan kadınlara balerin, erkeklere ise bale dansçısı adı verilmektedir. Ancak sadece ülkemizde erkek bale dansçılarına balet ismi verilmektedir.

Salsa Nedir? Nasıl Yapılır? Nasıl Öğrenilir?
Salsa Nedir? Nasıl Yapılır? Nasıl Öğrenilir?

Bale dansının özel kıyafetleri ve ayakkabıları bulunmaktadır. Aksi durumda dansı yapabilmenin hem figürsel açıdan hem de görsel açıdan pek imkanı yoktur. Ayrıca baleye başlamadan önce mutlaka ısınmak gereklidir. Çünkü ısınmadan başlanan bale, kas yırtılmalarına, incinmelerine sebebiyet verebilir. Balenin ilk olarak İtalya toprakları üzerinde, çok eski tarihlerde görülmeye başlandığı bilinmektedir. Balenin yayılmasında ve gelişme göstermesinde tiyatronun göz ardı edilemeyecek kadar büyük etkisi vardır.

Bale Nedir?

Bale Nedir?Belirli figürlere, adımlara dayanan müzik ve dans barındıran bir tür gösteridir. Bale dansı müzik, duygu ve dekor sanatının bir araya getirilerek kullanılması ile oluşturulan bir tür tiyatro gösterisi olarak da ifade edilebilir. İtalyancada dans anlamını veren balo veya balletto kelimelerinden türetilmiştir.

Uzun süren bir eğitim sonucunda öğrenilir ve genellikle müzik eşliğinde yapılır. Tüm dünyada en çok merak edilip, öğrenmek istenilen danslar arasında gelmektedir. Özellikle kız çocukları daha estetik ve zarif bir görünüşe ulaşmaları için 3-4 yaşında bale kursuna başlatılır.

Gerçekten de baktığımızda küçük yaşlardan itibaren bale yapan birinin duruşunun çok daha asil ve zarif olduğunu görmüşüzdür. Bunun sebebi elbette ki balenin çok hassas ve kibar hareketleri barındıran bir dans olmasıdır.

Bale Nasıl Yapılır?

Bale Nasıl Yapılır?Bir dans türünün nasıl yapıldığını yazarak anlatmamız elbette ki mümkün değil. Ancak temel olarak akıllarda belirmesi adına teknik bilgilerden bahsedeceğiz. Öncelikle bu dansı yapmanın o kadar da kolay olmadığını söylemeliyiz. Parmak uçlarında hareket etmenin zorunlu olduğu balede, vücut ağırlığı çok önemlidir. Çünkü tüm ağırlık parmak uçlarına bindiğinden çok ağır gövdeli insanlar için uygun olmadığını söyleyebiliriz.

Oldukça sıkı ve düzenli bir çalışma gerektirir. Yıllarca yapılan ve bir heveslik olmayan bale genellikle klasik müzik türleriyle yapılır. Baleye özgü kıyafet ve aksesuarlar vardır. Bunlar tütü,  leotard ve point gibi şeylerdir.

Bale aynı zamanda tiyatro ile de iç içe olduğu için bu işi hakkıyla yapmak isteyenlerin ayrıca tiyatro eğitimi almaları gerekmektedir. Bale öğrenmek ve kusursuz yapmak isteyenlerin kendilerini zorlu ve sıkı bir eğitim sürecine hazırlamaları gerekmektedir.

Bale Kostüm ve Aksesuarları

Bale KostümleriBale yaparken; tayt, mayo ya da tütü adı verilen etek türleri ve buna benzer kıyafetler kullanılmaktadır. Bunlar gösteri esnasında şarttır ama eğitim aşamasında tayt giyilebilir. Bale yaparken parmak ucunda durmaya yardımcı özel ayakkabılara point veya puant adı verilmektedir. Bu ayakkabılar olmadan bale yapılmaması gerekir.

Kıyafetler yetişkin ve çocuk olmak üzere ikiye ayrılır. Ancak temel olarak gösterişli makyajlar ve zarif detaylar bu dansın olmazsa olmazları arasındadır. Parmak uçlarında yapıldığı için kişinin dengesini koruması önemlidir. Bu nedenle olabildiğinde hafif ve fiziksel dengeyi bozmayacak kıyafetler tercih edilmektedir.

Tütü: Bale kıyafetleri arasında en önemlilerinden birisi tütüdür. Tütü, balerinlerin giydiği oldukça kısa, genelde tülden yapılan ve kat kat olan eteklerdir. Bir balerinin olmazsa olmaz kıyafetidir diyebiliriz.

Point: En az tütü kadar önemli olan bir başka kostüm türü şüphesiz ki ayakkabılardır. Point adı verilen ayakkabılar parmak uçlarında daha durmayı sağlar. Parmak uçlarını acıtmayacak malzemeden yapılmıştır.

Mayo: Vücudu saran ve bedenin zarif görünmesini sağlayan mayolar, çorabın üstüne giyilir. Elastik kumaşı sayesinde hareket ederken zorluk çıkarmaz. Eğitimden önce mutlaka temin edilmelidir.

Bale Eğitimine Kaç Yaşında Başlanmalıdır?

Bale Eğitimine Kaç Yaşında Başlanmalıdır?Şuan için kabul edilmiş görüşlere göre kız veya erkek için fark etmeksizin bale eğitimine başlama yaşı 4 ila 11 yaşları arasıdır. Ayrıca bebek balesi olarak isimlendirilen bale eğitiminde 3 ve 3,5 yaşlarındaki öğrencilerde eğitim alabilmektedir.

Yetişkinler için de ayrıca bale eğitimleri verilmektedir ama vücudun esneklik kazanması, kuvvetlenmesi, bale duruşlarını öğrenebilmek açısından küçük yaşlarda eğitime başlamak en doğrusudur. Özellikle kız çocuklarının hayallerinde yer alan balenin, profesyonel olarak yapılması isteniyorsa; eğitime küçük yaşta başlamak önemlidir.

Balenin Faydaları Nelerdir?

Balenin Faydaları Nelerdir?Vücudun daha ince, esnek ve zarif olmasına etki etmekle beraber güç açısından da daha dayanıklı ve sağlıklı olmasına yardımcı olmaktadır. Tüm bu özellikler için eğitimin küçük yaşta başlaması gerekir.

Bale içeriğinde yapılan tüm hareketler, zarafet ve asaleti temsil eder. Bale öğrencilerinin yürüyüşü, duruşu, oturması her ortamda hayranlık kazandıracaktır.

Bale eğitimi, fiziksel sonuçlar haricinde kişilerin kendi iç disiplinlerinin oluşmasını sağlar. Balede öğrenilen disiplin, tüm hayatı etkilemektedir.

Sorumluluk ve kendine güvenin artması, bale eğitiminin olumlu yan etkilerinden bir tanesidir. Sorumluluk almayı öğrenen küçükler, ileriki yaşamlarında kendileri için kolaylıklar sağlayacak kazanımlar elde ederler.

Eğitimdeki öğrenci sayısı, aktiviteler gibi detaylar neticesinde çocukların sosyalleşmesine etki etmektedir. Eğitimde görülen sosyalliğin dışında grup piknikleri, geziler ve yemekler, çocukların sosyal ortamlarda kendisini geliştirmesini sağlamaktadır.

Balenin Tarihçesi

Balenin Tarihçesi

İlk olarak İtalya’da görülmüştür ve görülme dönemi Rönesans dönemine rastlamaktadır. Tiyatrolardaki halk gösterilerindeki dans adımları günümüzdeki balenin temelini oluşturmaktadır. Balenin ilk tohumları, 1581 yılında Catherine de Medici’ye ait Beaujoyeux isimli eserinin; Le balletcomique de la reine tarafından sahnelenmesiyle atılmış oldu.

Ardından ilk olarak Fransa’da desteklenen bale, tüm Avrupa üzerine oradan da 17. yüzyıl sonlarına doğru İsveç’e kadar yayılma göstermiştir. Balenin altın dönemi, çok iyi dansçılardan olan 14. Louis döneminde gerçekleşmiştir. 18. yüzyıla gelindiğinde bale opera sanatından tamamen ayrılarak özgür bir sanat haline gelmiştir.

Dünyanın en eski danslarından biri olan bale, İtalyanca dans anlamına gelen ballo veya balletto kelimelerinden türetilmiştir. Günümüzde kültür-sanat etkinliği olarak görülse de, eski uygarlıklarda bazı dini inanışlarda, ayinlerde yapıldığı bilinmektedir.

İlk çağ insanlarının doğa olayları karşısında ruhlarında meydana gelen tepkileri, el ve ayak olmak üzere vücut hareketleriyle belli etmeye çalıştıkları biliniyor. Bu hareketleri tek veya grup halinde yapmaktaydılar. Doğa olayları karşısında insanlar hissettikleri; öfke, korku, sevinç, minnet, şükran ve sevgi gibi duyguları yaptıkları ilkel danslarla gösteriyordu.

Roman Nedir? Özellikleri ve Türleri Nelerdir?
Roman Nedir? Özellikleri ve Türleri Nelerdir?

Eski Yunan ve Roma kültüründe ilk başlarda bale benzeri dans ederken seçilen kıyafetler oldukça ağır oluyordu. Ancak bir süre sonra dans ederken daha kolaylık sağlaması açısından hafif ve rahat giysilere geçildi. Seçilen bu giyim tarzı bir müddet sonra ise balenin simgesi haline geldi. Her ne kadar İtalya ve Fransa’da başlasa da asıl gelişimini Rusya’da göstermiştir. 16. ve 17. yüzyılda ise artık tüm Avrupa’ya yayılmıştı.

Salsa Nedir? Nasıl Yapılır? Nasıl Öğrenilir?

$
0
0

Dans denilince aklınıza ne geliyor? Dans etmekten hoşlanıyor musunuz? Hangi dansların kökeni ve nasıl ortaya çıktığı hakkında bilgi sahibisiniz? Hangi dans türleri size hitap ediyor ve ne sıklıkta dans ediyorsunuz? Evet bu makalemize bir dizi soruyla başladık. Eğer tüm bu sorulara cevabınız evet ve en sevdiğiniz dans türü salsa ise doğru yerdesiniz.

Her dans türünde olduğu gibi salsayı da elbette ki uygulamalı olarak öğrenmek mümkündür. Fakat biz bu yazımızda çok daha fazlasını sizlere ulaştırmaya çalışacağız. Gelin şimdi hem bedeninize hem ruhunuza faydalı olan salsanın nasıl bir dans olduğuna bakalım. Fikrinizin değiştiğini göreceksiniz.

Yoga Nedir? Nasıl Yapılır? Ne İşe Yarar?
Yoga Nedir? Nasıl Yapılır? Ne İşe Yarar?

Çiftler halinde veya grupça icra edilen salsanın Küba kökenli olduğu tahmin edilmektedir. Rutin hareketlere bağlı kalmadan, tamamen doğaçlama ile yapılan bir dans söz konusudur. Birçok dans figüründe çiftin pozisyonları salon danslarındaki pozisyonlarını andırmaktadır. Salsanın dünyanın farklı bölgelerinde, farklı uygulanan stilleri bulunmaktadır. Her bir stil eşlik eden müziği farklı bir şekilde yorumlamaktadır. Yine aynı şekilde her bir stil ustasının kendilerince geliştirdiği hareketler vardır. Dünya genelinde bilinen başlıca üç salsa stili şunlardır; Küba stili, Porto Riko stili ve Kolombiya stilidir.

Salsa Nedir?

Salsa Nedir?En popüler Latin danslarının başında gelen salsa ilk olarak 1930’lu yıllarda Afrika’da doğmuş, Amerika ve Avrupa kültürlerinden etkilenerek Küba’da geliştirilmiştir. Önce Amerika’ya, sonra tüm dünyaya yayılmış modern bir dans olan salsa, adını İspanyolcada sos anlamına gelen salsa kelimesinden almıştır.

Nasıl ki soslar çeşitli baharatların karışımından meydana geliyorsa salsa da farklı kültürlerin birleşiminden oluşmuş bir dans olduğu için bu adı almıştır. Bu Latin dans, yine kökeni Cuba Puerto Rico ve Venezuela olan salsa müziğine uygun bir dans olarak geliştirilmiştir.

Başlangıçta 4’lük ve 8’lik kalıplarda yapılan bu dans daha sonraları tamamen müziğin ritmine uyularak, eşli veya gruplar halinde yapılan bir dans haline dönüşmüştür.

Sosyal bir dans olan salsa günümüze kadar yayıldığı farklı ulusların etkisinde kalarak, birçok yeni stil geliştirmiştir. Bu stillerden bazıları Porto Rico, New York, Küba, Mambo, Miami, Los Angeles ve Kolombiya stilleridir.

Gerek ritim özelliği gerekse doğaçlama olması sebebiyle öğrenmesi oldukça kolaydı. Öte yandan ustalaşmak, müziğin akışına kendinizi bırakarak, hiç duraksamadan dans figürleri sergilemek için ustalaşmak gerekir ki bu çok da kolay bir süreç değildir.

Salsa Stilleri

Salsa StilleriYazımızın başında da bahsettiğimiz gibi salsanın her ülkede yapılış şekli farklıdır. Temelde aynı olsa da herkes kendi yöresel müziğinden ve figürlerinden bir şeyler katarak kendi stilini yaratmıştır. Her stil salsayı farklı şekilde yorumlamaktadır.

En kabul göreni Küba olmak üzere, New York, Porto Riko, Los Anegeles ve Mambo gibi siteleri bulunmaktadır. Şimdi gelin bunlar hakkında kısaca bilgi edinelim.

Küba Stili

1950’li yıllarda casino dansından ortaya çıkan bu stil, erkek hareketlerinin daha baskın olduğu türdür. Afrika özelliği ağır basar, vücut hareketleri ön planda tutulur ve jestler daha belirgindir. Dar alanda yapılabilme yeteneği sunan Küba stili çok fazla bacak hareketi içermez. Adımlar daha küçük atılır, vücut öne eğilip dizler bükülerek dans edilir.

New York Stili

Porto Riko ve Küba arası bir stildir. Temel adımı mambodur. Adımlar daha çok düz çizgiler merkezinde yoğunlaşır. Kadının kendi etrafında sıklıkla döndüğü, ayak ve bacak figürlerinin karışık olduğu stildir. Günümüzde en çok tercih edilen stillerden biridir. Dans okullarında ve yarışmalarda yapılan genellikle New York stilidir.

Mambo Stili

Afrika kökenlidir ve bu ülkenin yöresel hareketlerini içerir. Porto Riko kökenli dans öğretmeni olan Eddie Tours’un 1987’de ortaya koyduğu stildir. Tours, bunu tarzı gece kulübü stili olarak tanımlamıştır.

Los Angeles Stili

Kadının çizgisel olarak yer değiştirdiği stilde karmaşık ayak hareketleri hakimdir. Koreografik öğeleri ve gösteri figürleri New York stiline kıyasla daha fazladır. Avrupa’daki dans okullarının çoğunda bu stil öğretilir.

Porto Riko Stili

Çiftler arasındaki mesafe daha çoktur. Bu nedenle dans için daha geniş bir alana ihtiyaç vardır. New York stilinin bir alt dalı olarak kabul edilir.

Salsa Nasıl Yapılır?

Salsa Nasıl Yapılır?Salsa adına basic denilen temel adımlarla başlar. Müziğin ritmine uygun olarak 1, 2, 3, stop, 5, 6, 7, stop düzenine uygun olacak şekilde adımlarla yapılan salsa öğrenmesi oldukça kolay bir danstır.

Salsa yaparken ritmi kaybetmemek için duraklamalarda yere vurulmasına tap, partnerinizle temas halinde olmadığınız zamanlarda yapılan figürlere de shine adı verilir.

Eşli yapılan bu dansta yapılacak olan temel figürlerden önce erkek komut verir ve bayanla uyum içerisinde ritme uygun olarak dans edilir. Figürlerin birçoğu salon danslarına benzemektedir.

Salsa Nasıl Öğrenilir?

Salsa Nasıl Öğrenilir?Sanatsal, estetik ve sosyal bir dans olan salsayı öğrenmek için kurslara katılabilir ve salsa eğitmenlerinden ders alabilirsiniz. Salsa adımlarını düzgün bir şekilde atabilmek için bir de salsa ayakkabınız olmalı elbette.

Dikkat etmeniz gereken en önemli nokta ise salsa yaparken bedeninizin üst kısmını oynatmamanız gerektiğidir. Sonrası ise size kalıyor, bildiğiniz en temel kurallara ruhunuzun derinliklerinde gizli olan duygularınızı katın ve harmanlayın.

Erkek egemen bir danstır, kadın erkeğin komutlarına göre hareket eder ve ideal çalışma ile yaklaşık 3 ayda öğrenilir. Bunun için bir dans okulundan ders almanın yeterli olacaktır.

Hemen hatırlatalım dans okullarında partner zorunluğu yoktur. Çiftiniz olmadan da gidip salsayı öğrenebilirsiniz. Bunlara ilaveten dans gecelerine katılmanız geliştirmeniz açısından çok fayda sağlayacaktır.

Salsanın İnsan Sağlığına Etkileri Nelerdir?

Salsanın İnsan Sağlığına Etkileri Nelerdir?Gelelim salsanın beden ve ruh sağlığına olan faydalarına… Kilo vermek istiyorsunuz; ama spor salonunda sadece belirli vücut bölgelerine göre hazırlanmış sıkıcı spor aletleri size göre değil. Salsa, tüm vücut kaslarınızı çalıştırabileceğiniz sportif bir aktivitedir.

Bu sayede kilo verebilir; sağlıklı bir bedene sahip olabilirsiniz. Ayrıca salsa sayesinde vücudunuzda biriken negatif enerjiden kurtulabilir günlerce haftalarca sizi strese sokan tüm olumsuz olaylardan da uzaklaşabilirsiniz. Eşli yapılan modern bir dans olması yönüyle de salsa sayesinde yeni insanlarla tanışabilir, iyi arkadaşlıklar kurabilirsiniz.

Bu sayede daha sosyal bir insan olacaksanız ve hayata bakış açınız dahi değişecek. Salsa ile kendinizi müziğin kollarına bırakın. Özgürlüğü ruhunuzda, özgürlüğü bedeninizde hissedin. İnsan sağlığına kattığı faydaları şu şekilde özetleyebiliriz;

  • Vücudunuzun hareketliliğini ve esnekliğini artırır.
  • Daha zinde ve dinç olmanıza yardımcı olur.
  • Farkında olmadan ideal kilonuzda kalmanızı sağlar.
  • Çok hareketli bir dans olduğu için istemediğiniz kiloları da vermenize yardımcı olur.
  • Daha güçlü bir kas yapısına sahip olmanızı sağlar.
  • Stresi azaltmak için en ideal yöntemlerden biridir. Sadece salsa değil diğer tüm danslar ruha ve strese iyi gelmektedir.
  • Daha düzenli bir uyku uyumanızı sağlar ve uykusuzluk sorununun zamanla yok olmasına yardımcı olur.
  • Eklemlerin daha sağlıklı olmasını sağlarken, kireçlenme benzeri durumların yaşanmasını engeller.
  • Dans esnasında beden tamamen dik ve kontrollü olduğu için normal zamanda da duruşunuzun daha düzgün olmasını sağlar.
  • Ayaklar, kalçalar, kollar, omuzlar kısacası vücudun her tarafını ayna anda çalıştırdığı için kalp-damar sağlığınıza katkı sağlar.
  • Günlük hayatınızda daha hızlı olmanız salsa gibi hareketli dansların katkısıyla yapılabilir.
  • Hem eğlenip hem de kilo vermenizi sağlayan bu dans mutluluk hormonu salınımını artırdığından, stresin azalmasına ve depresyon benzeri ruhsal sorunların yaşanmamasına yardımcı olur.
  • Ritim duygunuzu geliştirir.
  • Kontrol yeteneğinizi artırır.
  • Çift veya grup halinde yapılan bir dans olduğu için sosyalleşmenizi sağlar.
  • Karın, bacak ve kalçaların daha sıkı olmasını sağlar. Hatta salsa yapan birinin ekstradan spor yapmasına gerek olmadığını bile söyleyebiliriz.
  • Bedeninizin daha estetik görünmesini sağlar.

Salsanın Tarihçesi

Salsanın TarihçesiTarihteki bilgileri baktığımızda salsanın Amerika, Afrika ve Avrupa kültürlerinin bir karışımı olarak 1930’lu yıllarda ortaya çıktığı, fakat asıl gelişimini Küba’da gösterdiği bilgisine ulaşmaktayız. O dönem Afrika’nın yöresel dansları ile Küba’nın marimba müziğinin harmanlanması ile ortaya çıkan salsa, ilk başlarda Küba’nın elit kesimi tarafından kabul edilmemiştir. Hatta öyle ki Afrika kökenli olduğu için aşağı sınıfın dans şekli olarak yorumlanıp küçümsenmiştir.

İlerleyen yıllarda Latin Amerika, Karayip, Afrika Küba olmak üzere birçok figürden kendine pay çıkaran salsa sonrasında gelişerek kendini kabul ettirmiştir. Kaynaklar 1940 yıllarında Frank Grillo adındaki Kübalı bir göçmen tarafından New York’a getirildiği ve ardından yine başka Kübalıların da katkısıyla bu ülkede geliştiğini söylüyor.

Opera Nedir? Bölümleri, Çeşitleri ve Tarihçesi
Opera Nedir? Bölümleri, Çeşitleri ve Tarihçesi

1959 yılında yaşanan Küba Devrimi sonrasında, Amerika’ya gelen mültecilerin sayesinde yaygın yapılan bir dans haline gelmiştir. 1970’li yıllarda iyice benimsenmeye başlanan bu hareketli dans, genel itibarıyla çok kapsamlı bir tarihsel süreci sahiptir. Az önce de belirttiğimiz gibi aslında tek bir dans olarak tanımlamak doğru değildir. Birçok dansın özelliğini bünyesinde barındıran, kapsamlı ve tarihi zengin bir danstır.


Viewing all 75 articles
Browse latest View live